Bırakıp gitmek bu kadar zor olmasa gerek; bir şeyleri bırakmak, bir yerlere veda etmek, en önemlisi de kendi kendini bırakmak ve kendinle vedalaşmak. Ne zor şeymiş bireyin kendi kendini savaşıyla yalnız bırakıp kendisiyle vedalaşması. Evet her şey düzelecek dersin ama bakarsın ki, her şey olağan kötüden daha kötü bir hal almış ve her şey sana karşı koordineli çalışmaya devam ediyor.
Kendimizle vedalaşmak bir nevi hayat içinde durağan, pasif bir yol seçmektir. Beklide vedalaştığımızdandır kör olmamız, dilsiz olmamız, sağır olmamız, vedalaştığımızdandır belki de üç maymunu oynamamız. Evet üç maymunu oynuyoruz, neden mi dersiniz? Kendi özümüzü unuttukta ondan, var olan yaşam özümüzü, kavgamızı unuttuk ta ondan. Hayat bu ya işte her şeyi unutup, bıraktık oysa kendimizi hayattan soyutladık ve hayatı, yoksulluğu, işsizliği, sistemi kısacası var olan egemen yapıların tahribatlarını en başta kabullendik sonra suçluyoruz. Fakat yanlış o ki hiçbir zaman kendimizi suçlamadık, yanlış anlamayın suçlama derken uyum sağlayamadığımız için bir suçlama değil; karşıt tepki geliştiremediğimiz, hevesler uğruna kendimizi unuttuğumuz, insanlığımızı unuttuğumuz bir suçlamada bulunmadık. Kimse ben suçluyum diyemezdi. Ben belirtim biz suçluyuz kendimizi yaşatamadık. Beklide yapmamız gereken olan bitene sessiz kalmamaktı.
Sürekli bilinçli ve aklı zehir zemberek olan kapitalizme karşı akılsız davrandık, makinesi olduk.
Amacımız eğitim sisteminde körleşen bir yapıya sahip olmamak değildi.
Bir şeylerin gizli saklı olmasına sessiz kalmak değildi amacımız.
Egemen üretim sürecinde pasif bir güç olmak değildi, kapitalizmi ilahi bir güç olarak yorumlamak hiç değildi amacımız.
Bunların tersine içinden geldiği gibi davranmaktı belki de görev denilenin görev olmadığının farkına varmaktı, bunların insanları yarış atına çevirdiğini anlamaktı. Ve en önemlisi de hayatta görev diye bir şeyin olmadığına inanmaktı.
Bunları yapanlar yok mu tabii ki de var ama yapanların kötü olarak nitelendirilmesi, yapılması gerekenlerin(gerçek doğruların) yasak olması ve yanlış bilinen doğrulara i inanan sayının azlığı maalesef büyük boşluklar yaratmakta ve travmalara sebep olmaktadır. Yapılması gerekeni yapanlarda bütün bir yanlış içinde doğruyu yansıtsa da sayıca az olmalarından kaynaklı büyük bir boşlukta kaldılar. Bir nevi yanlış hayatı doğru yaşayamadılar. Doğru da o ya birçoğumuza göre yanlış hayat doğru yaşanmaz ki. Bir dizi karakteri aykırı tiplemesiyle içindeki yanlış düzeni tanımlarken şunları söylüyordu;
“ Olmadı, yapamadım, hep bir şeyleri değiştirmek istedim ama hiçbir şeyi değiştiremedim. Yanlış olan şeylerin yerine neyi koyabileceğimi bilemedim, asıl doğru ne bilemedim. Hep bir şeyleri parçalamak istedim, dağıtmak istedim, olmadı olmuyor da, bir şey yapamıyorum. Bir ölü ile benim aramda fark yok nefes alıp vermenin dışında”
Saçma sapan bir hayat diyoruz, doğru nedir bilemiyoruz ve bu ikililik, bilinemezlik her gecen gün daha kötü bir durum olmakta maalesef. Bir yanımız inan düzen bu uyum sağla diyor, diğer yanımız düzen ne boş versene diyor, işte böyle bir hayat ve suçlanan bir bırakış, her şeyi bırakıyoruz ve suçlu olan bir fedalaşmanın faili biz olduğumuz halde farkında değiliz.
Küçük bir not; malum Diyarbakır’dayım burada barış sürecinden çok umutlu herkes, lütfen kimse barışı çarpıtmasın ve herkes samimi bir şekilde bu sürece yardımcı olsun. Burada ilk defa yüzlerde tedirginlik olsa da gülümsemeler mevcut, buralara mevsim olarak bahar geldi, hem de insanların hayatına barış ile gelen bir bahar var. Umarız artık gerçek bir barış gelir ve insanlar yaşanan acıları bir daha yaşamak zorunda kalmaz.
Vedalaşmak
Misafir Yazar
Yorumlar (4)