Müslüman olmanın başlıca şartı Rabb ve İlah kılığındakilerden oluşan tarihsel çöplüğün süpürülmesi ve süpürülme sonrasındaki tertemiz yere Allah’ın tek Rabb, tek İlah olarak şeksiz şüphesiz tasdiklenerek yerleştirilmesidir.
Peki ama biz bunu nereden öğrendik? Sağdan-soldan, mahalle ya da camiideki yaşlılardan, imamlardan, alimlerden … çok zorlu bir iz sürücülüğüne gerek kalmaksızın son ve gerçek izin, kendisini çirkinliklerden korumak adına tahannüs aşamasındayken, Allah’tan gelen ilk buyrukla sarsılan ama o sarsıntıyı atlatmasının hemen akabinde sarsılmaz bir çığır açan Muhammed bin Abdullah’a , Ebul Kasım’a, Hatice’nin kocasına, Ebubekir’in arkadaşına… bu sıfatlarıyla ancak beşer olan ama tam vahiy aldığı esnada Allah’ın nübüvvet mührüyle tasdiklenen Allah’ın elçisine (s.a.v.) ait olduğunu gönül rahatlığıyla farkederiz.
İnsanlık tarihinde haberi getirenler her zaman önemli olmuştur: habercinin ahlaki tutarlılığının yanı sıra akli yetkinliği de gözden geçirilir habere ancak sonra değer verilirdi. Alelade haberler için gösterilen bu hassasiyetin vahiy söz konusu olduğunda nerelere tırmandırılacağını varın siz düşünün.
Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in küçüklüğünden itibaren tanık olduğumuz şerefli yaşamında yalana, zalimliğe, fuhşiyata dair en ufak bir ize rastlanmazken dürüstlük, adalet, merhamet, hak yolda yoğun gayret, komşulara ve tüm topluma karşı fedakârane hassasiyet aldırışsız bir göz gezdirmede bile kaçamayacağımız ışıltıda hayran kalacağımız parlaklıktadır. Allah subhane ve teala muhteşem hikmetiyle, kitap nedir iman nedir bilmeyen, (Şûrâ 52) utangaç Muhammed’i, “hatemen nebiyyin-vahiy getirenlerin sonuncusu” (Ahzâb 40) olarak tarihin en büyük iddiasıyla, en beliğ hitabıyla en büyük kitabıyla mücehhez kılarak toplumunun karşısına dikmiştir.
İddia sahibi (Hz. Peygamber) rüştünü ispat ettikten sonra (habercinin doğruluğu, haberin doğruluğu, tarihe ve olgulara uygunluğu…) insanlar adına iki temel yol açılmıştır (fetret dönemindeki birçok savruluşun aksine hak-batıl;iman-küfür ayrımı netleşir).
İman eden ilk kuşak (sahabe) vahyin sıcaklığını birebir yaşamaları sebebiyle ittiba ya da itaat problemini çözmede çoğu zaman zorlanmamışlardır. Kendilerini müthiş bir firasetle yetiştiren arkadaşları (Tekvir 22) onlara öylesine büyük bir şahsiyet kazandırmıştı ki; canlarından daha çok sevdikleri ve bir sözünü iki etmedikleri kişiyi adab ekseninden çıkmaksızın eleştirebiliyorlardı. Bunu yaparken sarıldıkları ip (hablullah;Kuran) oldukça sağlamdı: Kendisine vahyolunan Elçiye kesin bir itaat, beşer olan arkadaşlarına kayıtlı bir itaat. Siyer müktesebatından bize ulaşan rivayetlerde de çokça karşımıza çıktığı üzere Allah Resulü (s.a.v.) ashabıyla iştişare ederek ittiba ile eleştiri dengesini mükemmel bir şekilde kurmuştur.
Kendisinde ümmeti ve tüm insanlar için çok güzel örnekler bulunan Hz. Muhammed’i birebir değil de dolaylı olarak tanıyan bizler içinse itaat- ittiba problemi sahabeye nazaran çok daha derin ve karmaşık bir şekilde tezahür ediyor. O’nun mübarek ağzına ve ondan çıkan sözcüklere bakma fırsatımız yok, jestlerini mimiklerini inceleme fırsatımız da. Kureyş cahiliyesini yaşamadık, eziyet görmedik ve hicret de etmedik. Ama öyle büyük bir fırsatımız var ki neredeyse yüzlerce yıllık bir sıçrayışla dosdoğru bir pozisyon alıyoruz Allah elçisinin hemen yanı başında. Sahabe ile bizi, Allah elçisinin hemen yanı başında; göz göze, omuz omuza getiren şey ise Kuran-ı Kerim.
Beşer olan Muhammed’e (s.a.v.) uzak oluşumuz Allah elçisinin zamanla aşınmaz belgesiyle, bizi önce Rabbine; dengi olmayan tek İlaha (İhlas 1-4), alemlerin (yaratılmış olan herşeyin) Rabbi olan Allah’a (Fatiha 1); sonra gene kendisine, (Âl-i İmrân 31) hevasından konuşmayan (Necm 3) müminlere karşı şefkatli ve merhametli (Tevbe 128) olan alemlere rahmet olarak (Enbiya 107) ve güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen (Muvatta , Güzel Ahlak Kitabı, 8) yüce bir ahlak üzere olan (Kalem 4) Allah elçisine (s.a.v.) bağlıyor.
Bütün bunlar muvacehesinde Aişe (r.a) annemizin müthiş basireti ve firasetiyle sarf ettiği sözü yinelemek Allah’ın Elçisini tanımanın ve ona ittibanın yöntemini ortaya koyacaktır: “Onun ahlakı Kuran’dı.” (Müsned, VI. 54)
adnansaracoglu@hotmail.com