Bir sohbet sırasında geçen ve beni çok ama çok derinden etkileyen bir hikayeyi paylaşmak istiyorum sizlerle. Öyle bir hikaye ki insan suratına tokat yemiş gibi etkileniyor. Hani örnek alınacak, klavuz edinilecek bir tarih yazmışız ancak bunu doğru şekillerde anlatamıyoruz, öğretemiyoruz. Hatta bu konuyla çok bağlantılı bir cümle mevcut Cemil Meriç'e ait. Diyor ki Cemil Meriç: "Bizim tarih kitaplarımız Haçlıların zaferidir." Haa, bizim tarih kitaplarımız yanlış mı yazıyor? Elbette hayır. Ama eksik yazıldığı su götürmez bir gerçek.

Sözü çok uzatmadan hikayeye geçeyim. Yavuz Sultan Selim, Memlüklüler üzerine bir sefere çıkmak ister. Lakin gaiblerden de bu seferin onaylanmasını istercesine bir işaret beklemektedir. Çok düşünceli olmuştur son günlerde. Sakalını sıvazlayarak bir aşağı bir yukarı gider durur. Sadık hizmetkarlarından Hasan Can'ı yanına çağırır padişah ve der ki: "Hasan Can bütün gece görünmedin ne alemdeydin?" Hasan Can cevap olarak hasta bulunduğunu ve bütün geceyi uyuyarak geçirdiğini söyler. Bunun üzerine Yazun'un yüzünde hafif bir ışıldama belirir ve heyecanlı bir sesle rüya görüp görmediğini sorar. Hasan Can rüya görmediğini bildirir. Yavuz hiddetle "Bütün geceyi uykuyla geçirip de nasıl olur da rüya görmezsin?" diye çıkışır. Hasan Can da hayretler içinde huzurdan ayrılıp telaşlı bir şekilde giderken kapı ağası Hasan Ağa'ya rastlar. Hasan Ağa ağlamaktadır. Onu böyle görünce Hasan Can sorar neden ağladığını. Kapıağası o muhteşem rüyayı anlatmaya koyulur. "Bu gece, bu eşiğinde oturduğum kapıyı hızlı hızlı çaldılar. Kapıya vardım. Biraz aralanmış ama insan sığmaz idi. Kapının dışında nur yüzlü, uzunca, Arap simasından dört kimse gördüm. Ellerinde birer sancak vardı. Kapıyı çalan da peygamberimizin ak sancağı vardı. Bana dedi ki: "Bu gördüğün kişiler Rasulullahın ashabıdır. Selam ve duaları üzerinize olsun. Bizi Rasulullah hazretleri gönderdi. Selim Han'a selam etti ve buyurdu ki: 'Kalksın gelsin, haremeyn hizmeti ona ve nesline verildi. Bu gördüğün dört zat; bu Ebubekir, bu Ömer, bu Osman ben Ali. Var Selim Han'a söyle' dedi. sonra gözümün önünden kayboldular."

Hasan Can işlerini bitirip padişahın huzuruna yeniden çıkar. Padişah aynı soruyu tekrar edince, Hasan Can: "Padişahım, o rüyayı ben Hasan kulunuz görmediyse de başka Hasan kulunuz görmüş, emriniz olursa arz edeyim" diyerek rüyayı anlatır. Padişahın gözleri dolar ona da rüyasında bir Hasan kuluyla bu haberin tebliğ edileceği söylenmiştir.

Yavuz Sultan Selim Han buyurdular ki: "Biz sana demez miyiz ki biz bi yere memur olmadan hareket etmeyiz. Baba ve atalarım veli kullar idiler. Hepsinin kerametleri vardı. Biz onlar gibi olamadık diye bizi hafife alırsın" kendi nefislerini bastırdı. Memlük seferi hazırlıklarına başladı. Sonra ne mi oldu? Memlük toprakları alındı, kutsal emanetler Osmanlılara geçti, halifelik Osmanlılara verildi. Yavuz'a ise "Sahib-ü'l Haremeyn" ünvanı verildi. Yalnız Yavuz buna müdahale etti. ''Ben buranın sahibi değil, yalnız hizmetkarı olabilirim'' dedi. Bunun üzerine ''Hadim-ü'l Haremeyn'' unvanı aldı.