Edebiyat; duygu ve düşünceleri, hakikat ve fikirleri, olayları ve varlıkları biraz da sanat kırıntılarından besleyerek nesir veya sözle, dil kurallarına uygun bir şekilde ifade etmektir.

Edebiyat, insanoğlu var olalı mevcuttur ve hep olacaktır da. İnsanlar düşüncelerini, duygularını, fikirlerini, olay veya varlıklardan etkileşimlerini doğrudan veya dolaylı bir şekilde anlatabilmek için böyle bir şeye ihtiyaç duymuşlardır.

Edebiyat nerdeyse çoğu bilim dalıyla haşir neşir olan güzel sanatların en güzel ifadelerinden biridir. O; bu geniş sahalara kucak açar, onları bağrına basar tıpkı bir ana gibi.

Edebiyat tıpkı bir lastiğe benzer. Siz lastiği neresinden tutarsanız tutun, çektiğiniz ya da fırlattığınız yana doğru o mutlaka uzayacaktır. Bu nedenle edebiyatı, istediğiniz yöne çekmeniz mümkündür. Bu lastiği kimi olumlu yönlerde, kimi de menfi yönlere çeker. Menfi yöne çekilmesi halinde edebiyata kara lekeler sürülür, zihinler bulandırılmış olur, edebiyat rotasından çıkartılmış olur ve hepsinden önemlisi de gençlik şaşkına çevrilmiş olur.

Edebiyat, “edebe” kökünden geldiğine göre edebiyatçılarımız edepli olmalıdırlar. Edebiyat vardır; şehvani zevklerden, ufunetli şeylerden bahseder. Edebiyat vardır; Hak’tan, hakikatlerden bahseder. Edebiyat vardır, edebiyat demeye bin şahit ister...

Allah ve resulünü, milli ve manevi değerlerimizi, milli kültür ve hasletlerimizi anlatmayan ve bunları gönüllere aşılamayan edebiyata, edebiyatçılarımıza ve hatiplerimize yazıklar olsun. Allah ve resulünü anlatan, bunları anlatma ve aşılama çilesiyle yoğrulan, bunlarla insanlara hizmet düşüncesinde olan, bunlarla insanların kafalarında şimşekler çaktıran, nedametler uyandıran, sevgi tohumları aşılayan edebiyata, edebiyatçılarımıza ve hatiplerimize de binlerce selam olsun!

Bir fikri kavratabilmek, onu anlayabilmek, onu benimsetebilmek, onu kökleştirebilmek ve onu yaşatabilmek için bizzat yaşamanın yanı sıra belağatlı konuşabilmek ve yazabilmek de çok önemlidir. Bu okutmak ve okutabilmek için de geçerlidir. Fakat bana göre bunlar bizim en zaaf noktalarımızdan biridir.

Atalarımız edebiyatla özellikle şiirle uğraşmışlardır. Çünkü şiir gibi konuşmuşlar, şiir gibi anlatmışlar, şiir gibi hissetmişler, şiir gibi sevmişler! Padişahların çoğu şiirle uğraşmışlardır bizde. Peygamber Efendimiz de şiiri tavsiye etmiştir, kendisine sorulduğunda: “Mümin malıyla da, canıyla da, diliyle de cihat eder.” Çünkü müşrikler, Müslümanlarla alay ediyorlardı. Efendimiz Hassan Bin Sabit’e “Ebubekir’e git. Zira Kureyş’in sulbünü en iyi bilen odur” der. O da gider ve onları hicveder. Efendimiz onun kahramanlıklarını şiirle anlatmayı emretmiştir.

Edebiyat, insanı nurlu bir yola sürüklediği gibi kirli yollara da götürebilir. Arap yarımadasında edebiyat bilhassa şiir revaçtaydı. Akılarınca kibirlerinden ve inatlarından dolayı bu yolla Kur’an-ı Kerim ile mukabele etmeye kalkışmışlardı. Bir harfine bile karşılık getirememişlerdi. Getirmeye kalkışanlar da rezil olmuşlardı.

Öyle yıllar var ki edebiyatımızı muhafaza edememiş, milli benliği ile koruyamamış ve onu hep ağlayan, feryatlar eden bir garip olarak koymuşuz. Onun aşığını ayırmış, onu hicranla baş başa bırakmışız. Ve onu kimsesizler mezarlığına gömmüşüz.

Bilmem ki o edebiyat ne zaman esaretten kurtulur? Bilmem ki o şair ve edip ne zaman mezardan kalkar da sevgilisine kavuşur?

Öyle edebiyatçılar var ki yazdıklarını edebiyat diye yutturmuşlardır. Öyle edebiyatçılar var ki yazdıklarının altına imza bile atamamışlardır. Öyle edebiyatçılar var ki edebiyatımızda layık yerlerini alamamışlardır. Öyle edebiyatçılar var ki hem alkışlamışlar ve hem de bazen içlerinden ve bazen de dışlarından kin, nefret ve düşmanlıklarını ifade etmişlerdir. Ben edebiyat dünyamıza giremeyen edebiyatçılarımıza, şiir ve yazılara talihliler mi desem, yoksa garipler mi desem!..

Her milletin, her yörenin kendisine mahsus bir edebiyatı mutlaka vardır. Edebiyatsız onları düşünmek imkânsızdır. Milletimiz o kadar zengin bir edebiyata sahip iken, kendi edebiyatını tanımadan ve öğrenmeden kendi edebiyatlarını çöpe atıverdi.

Bizler yabancılaşmanın en manidar adı olan yabancıların edebiyatına bir kurtarıcı edasıyla sarıldık, onu okuduk ve okuttuk! Geride kalanlar ise ya inhirafa maruz kaldı ya karalandı ya da unutuldu!

Bilmem ki dünümüzü tanımadan, yarınlarımızı onun üzerine nasıl inşa ederiz? Bilmem ki gençlik bu şekilde nasıl yetiştirilir? Bilmem ki kültür böyle gerçek tanımını ve vasfını nasıl bulur? Ne diyelim olur diyenlere yazıklar olsun!

İnşallah bir gün o beklenen edebiyat, edip ve şairler geri döneceklerdir. Bunlar da beklentilerimiz arasındadır. Bunların da geriye dönmeleri ümidiyle…