Başbakan İmralı tutanaklarının sızması sonrası aldığı serinkanlı ve kararlı tutumla bu meseleyi çözeceği konusundaki güvenimizi iyice pekiştirdi.
İtiraf edeyim ki, endişeliydim. Erdoğan'ın zaman zaman yaptığı çıkışları düşününce, Öcalan'ın hem AK Parti hakkında hem de süreçle ilgili ifadelerinin Başbakan'ın kafasının tasını attıracağından korktum. Ama o öyle yapmadı. Gerçek bir liderlik örneği verdi. Yüklendiği tarihi misyona zarar gelmemesi için duygularını bir kenara koyup aklıselimle davranmayı bildi.
Artık içim daha rahat. Bu sürecin provokasyon-proof (provokasyon işlemez) bir süreç olduğuna şimdi daha da eminim.
Affa sağlıklı bakış
Ayrıca Başbakan, Balıkesir'de sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığı toplantıda, genel af konusunu şimdiye kadar hiçbir siyasetçinin sahip olmadığı kadar sağlıklı bir bakış açısıyla ele aldığını da ortaya koydu.
Nedir bu bakış açısı?
Politikacı, toplumun bütününün çıkarının söz konusu olduğu, toplumsal bir talep haline geldiği bazı özel durumlarda, devlete karşı işlenen suçları Meclis kararıyla affedebilir. Ama şahıslara karşı işlenen suçları affetme yetkisi yoktur.
Başbakan bunu söylüyor.
Oysa şimdiye kadar bunun tam tersi oldu. Devlet, hiç de yetkisi olmadığı halde, ortalama 18 ayda bir çıkardığı genel ya da kısmi aflarla birey haklarını ayaklar altına alarak kişilere karşı işlenen suçları affetti; ama kendisine karşı işlenen suçları "affedilmez" ilan etti. Bu da doğrudan doğruya devletin karakterinden kaynaklanan bir durumdu.
Çünkü bu topraklarda adalet, hiçbir zaman bireyler arası ilişkilere ilişkin bir kavram olamadı. Hep devlete ilişkin bir kavram olarak, devletin bahşettiği lütuf olarak yaşayageldi. Adalete, insan mutluluğu için bir araç olarak değil, devletin güçlü olması için bir araç olarak bakıldı. Yüksek mahkemelere hep "devletin çıkarı nerede" sorusu yol gösterdi. Bu ülkede suç ve ceza denince ilk akla gelen devlete karşı işlenen suçlar ve cezalar oldu hep. Suçun en büyüğü, en bağışlanmazı devlete karşı işlenen suç oldu, onlar için özel mahkemeler kuruldu, özel yasalar çıkartıldı. Bu anlayışın sonucu olarak, devlete karşı söylenmiş bir söz, bir insanın canından daha değerli oldu. Bir insanı öldürebilir ama devlete "gözünün üstünde kaşın var" diyemezdiniz.
İşte şimdi Erdoğan, Balıkesir konuşmasıyla devletin affa yaklaşımında 90 yıldır süren bu çarpıklığı değiştiriyor. Böylece devlet anlayışında yeni bir devrime imza atıyor.
Adam öldüren af beklemesin
Tabii, sadece bunu yapmıyor; bu konuşmasıyla ufuktaki bir affın temel ilkesini ortaya koymuş oluyor.
"Devlet kendisine karşı işlenen suçlarda böyle bir af yetkisini kullanabilir ama maktul başkası, affeden başkası olmaz. Hayır, o af yetkisi maktulündür, onun vârislerinindir. Hele hele bir insanı öldürenin af yetkisini ben kendimde bulamam" sözleriyle önümüzdeki dönemde gündeme gelmesi bir anlamda kaçınılmaz olan affın çerçevesinin de yavaş yavaş ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Başbakan ancak şehit ailelerini rencide etmeyecek bir affın söz konusu olabileceğini; bu yüzden de eline silah alıp adam öldürdüğü saptananları kapsayacak bir affın beklenmemesi gerektiğini şimdiden ilan ediyor.
Ama bu istisnayı belirtmekle, onun dışındaki geniş bir alanın affın kapsama alanı içinde kalabileceğini de söylemiş oluyor.
Affın çerçevesi ortaya çıkıyor
Misafir Yazar
Yorumlar