Emre geldi dün programa. Ahaber’e. Emre Kalcı... Ne konuşmaya, ne okumaya doyabildik yine... Beşinci kitabı “Yarım”ın son yazısı bir matbaa kazasına kurban gitmiş, “Sön Mektup“ bir düzeltme ile “Son Mektup” olmuştu... Emre’den sonra kayboldum kitapları içinde.





İkimizin de çok sevgili bir okuru Zeynep Merve Eras’la vaktiyle Emre’nin bu yazısı üzerine ne konuşmuştuk... Hangi yazısı? İşte şu:





***







“Ben artık birine inanmayacaksam, o kendine hiç inanmasın... Hadi, son kez hikâyesini konuşalım...





Biri gider, sevemediği halde bir başkasının kalbine dokunur ve onu sıradanlaştırır; o başkası da mutlaka bir gün gelir, sizin kalbinize dokunur hiç acımadan... Sanki üzülen, acı çeken, kandırılan kendisi değildir... Ağlayan, yalnız bırakılan, hissiz kalan o değildir... Gelir, aynısını sizin en masum hislerinize yapar; bildiği tek cinayet vardır, kendisini de öldüren o hikâyeyle bile bile size kıyar... Hayata yalan söyler size dokunduğu için, size yalan söyler hayattan utandığı için ve kendine yalan söyler, kendine söyleyecek bir doğrusu kalmadığı için... Eli kesilir; sağ elinin üzerindeki eskiden kalma bir izin, bir başkasının canını daha çok yaktığını unutur, eline ağlar... Zaman geçer; kendi üzerinde ne kadar çekilmiş acı varsa, en güvendiği insana onları bağışlar... Sevdiğini iddia eder, sizi düşerken yakalar, gözlerinizin arkasına kadar bakar; sonra o çektiği acıların size nasıl da yakışacağını düşünür, söndükçe yeniden yanan bir mumun fitilini öylece iştahla yakar... Mutluluğa yakışamadığı gibi, acının bile kendisine yakışmayacağını düşünerek, hayatta açamadan solar... Sonra kötülüğü hatırlar birden; kendini, hiç sevmediği insanlarla dolu bir arka bahçede, asla yakıştırmadığı o yerde yakalar...





Kendisi için üzülmeye artık hakkı olmadığını, hiç unutmadığı biri ona gökyüzünden fısıldar... ‘Sen birinin canını yaktın’ der... ‘Sen birinin canını yaktın ve bunu ona, o acıyı bile bile yaptın...’ Evdeki bütün aynaları kaldırır sonra, perdelerini örter bir an, bütün saklanacak olanları yaktığı için sarılacak bir şey de bulamaz...





Sizin vadeden gözlerinizi hatırlar neden sonra... Sırf bir kez daha gözlerine öyle bakılsın, sırf bir kez daha biri kalbini gözlerinden okusun ister; sağ eliyle, sol göğsünü yoklar ama söyleyecek bir kelime bulamayacağını bilir, çünkü bütün dualar kalpten gelir...





Her şey geçer sesler içinde; giden gider, kalan kalır... Kimi unutmayı seçer, kimi susmayı ve kimi de zorla uzaklara yol alır. Hiç kapanmayacağını sandığımız dosyalar, hiç kapanmayan yaralarla, sonunda bir sandığa saklanır...





Hani bazen bir an, aklınıza unuttuğunuz bir şey gelir yıllar sonra; o an ne kadar eskimemiş gibidir ve nerede, kiminle olursanız olun, bir gözyaşına yenilir, ağlarsınız... O an zaten sadece anlamanız içindir ve siz de geç kalmış bir doğruya, iş işten geçtikten sonra damlarsınız...





Biri gider, sevemediği halde bir başkasının kalbine dokunur ve onu sıradanlaştırır; o başkası da mutlaka bir gün gelir, hiç acımadan sizin kalbinize dokunur... Mutsuz edilen herkes, gidip mutlaka birini mutsuz ettiği için belki de, aşkta zafer yoktur... Bazen hayatına güzellikler getirdiğiniz birinin teşekkür etme yönteminin ne kadar tuhaf ve zalim olduğunu düşünür, aklınızdan çıktığı ilk anda uğurlarsınız hayatınızdan; bu da sizin kesin kurtuluşunuzdur...





Yanmayalım, sön artık mektup; anlatacak hikâyesi olmayan bir gülü, bir daha anmayalım... Yazarken çok ağladım ama okuyan ‘biri’ benden çok ağlamayacaksa buna, hadi artık hiçbir şeye inanmayalım...” Emre Kalcı