Barışma süreci doğrultusunda (orta) Anadolu'yu dolaşırken öyle toplantılara şahit olduk ki, bir sonrakine gitmeden önce salonun kapısına "Lütfen önyargılarınızı burada bırakın, çıkarken isterseniz geri alabilirsiniz" diye yazdırmak geliyor insanın içinden. Gerçekten önyargıları ya da peşin hükümleri kırmak, Einstein'ın dediği gibi "Atomu parçalamaktan zor."

3 özellik

Önyargının üç özelliği var.

1- Ciddi bir incelemeye, sorgulamaya ve bilgiye dayanmadan bir konuyu 'doğru' kabul etmek.

2- Doğruluğuna inanılan konuyu fanatikçe, hatta kendisine ve başkalarına zarar verecek katılıkta savunmak.

3- Ön kabullerini başkalarına dayatmak ve farklı görüş ve duruşlara düşmanca davranmak. Bu tutumu gösteren bir grup insanla her yerde karşılaşıyoruz. Temel özellikleri, ortak değerlerimizi gasp ederek ve bize karşı kullanmak.

Nasıl mı?

"Şehitler bizim, siz barışarak şehitlerimize ihanet ediyorsunuz" diyorlar. Şehit ailelerinden veya evlatlarından herhangi biri "bitsin bu iş" dediğinde onu bile hainlikle suçluyorlar. Şehitleri, bağnazlıklarının aracı haline getirmişler. Ellerindeki ulusal bayrağımızı, bize sopa gibi sallıyorlar. Ayağa fırlayıp İstiklal Marşı söylüyorlar. Diğerlerini de onlara katılmadıkları için millete ihanetle suçluyorlar.

Aslında çok komikler. Olmayan bir dünyayı savunuyorlar. Başka bir çağdan, Soğuk Savaş döneminden kaldıklarının farkında bile değiller. Geldikleri zaman diliminde 'iyiler-kötüler', 'dostlar-düşmanlar' belli idi.

Onlar da bu siyah beyaz dünyada yerlerini almışlar, daha doğrusu düzeni korumak için görevlendirilmişlerdi. "Görevli" olduklarını, kendi yurttaşlarını öldürmeleri için koşullandırıldıklarını pek anlamadan kullanıldılar. Döktükleri kendi ve başkalarının kanıyla mevcut rejimi, ardındaki görünen ve görünmeyen iktidarı yaşattılar.

Devrim oluyor

Ne yazık ki bazılarımız, Türkiye'de cumhuriyetin ilanı ile başlayan ve bürokrasinin sultası nedeniyle tamamlanamayan devrimin şimdilerde tamamlanmakta olduğunu anlamıyor. Bu yargım çok abartılı bulunabilir ama son 10 yılda gerçekleşenlerin çapını ve çeşitliliğini şöyle bir düşünün. Tabii her devrime yani geniş çaplı dönüşüm-değişime olduğu gibi buna da direnenler, konumunu ve anlam dünyasını yitirenler olacaktır, oluyor.

Böylesi dönemlerde öne çıkan iki gereksinim var: Dönüşüm sürecini iyi anlatabilmek; nereden nereye gittiğimizi toplumla paylaşmak. Bu yönetime düşüyor.

Bir de bu kritik süreci yönetecek önderler gerekiyor. Bunlar kamuda ve sivil kuruluşlarda değişime öncülük edecekler. Öyle rektörler, öğretim üyeleri (!) ve valiler gördük ki ya bağnazlığın ve direnişin destekçileri ya da beceriksizlikleriyle doldurdukları makama dar geliyorlar. Her halükârda değişime köstekler. Bunu da milliyetçilik veya ulusalcılık adına yapıyorlar.

Dirençlerini milliyetçilik adına gösterenlere, askerliğini Hakkâri Yüksekova'da komando eri olarak yapan birinin yanıtını sunarım: "Vatan görevine gururla gittim. Baktım silah arkadaşlarım da bize silah çekenler de gariban çocukları. Üst düzey kimsenin çocuğu yoktu aramızda. Bu barışma, birbirine kırdırılan gariban çocuklarını kurtarsa bile yeter. Ben ülkücüyüm. Milliyetçinin ülküsü milletini sevmek ve korumak olmalı. Milletin çocuklarını birbirine öldürtmek değil."

Bunu söyleyen bir komando; askerden kaçan ve çocuğunu kaçıran biri değil!