Yüz karası değil kömür karası, işte böyle kazanılır ekmek parası demis Orhan Veli... Nede güzel demiş helal ekmek kazanmanın güçlüğünü bir cümleyle özetlemiş. Canı Allaha emanet o kömür karası yüzlü işçilerin, içlerinin acısını bir çırpıda söyleyivermiş.
Bilindiği üzere 4 Aralık tarihi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de "Dünya Madenciler Günü" olarak anılmaktadır. Kutlanılmaktadır diyemiyorum çünkü; böyle acıya,ayrılığa ve felaket denilebilecek bir ölüme her an gebe bir mesleğin günü nasıl kutlanılabilir ki!
4 Aralık tarihi, madenciliğin piri olarak kabul edilen Santa Barbara'ya adanmış olup, Roma İmparatorluğu zamanında babasının gazabından kaçarak, madencilerin çalışmakta olduğu bir mağaraya sığınan ve bu madenciler tarafından azize kabul edilen Santa Barbara'nın aynı zamanda İzmit'te yaşamış olması ve efsanenin geçtiği mekânların Anadolu olmasının da ayrı bir önemi vardır.
Madencilerin koruyucu azizesi olarak kabul edilen Santa Barbara'nın 4 Aralık tarihinde bu mağaraya yerleşmesi ve mağarada çalışmakta olan madencileri koruyor olması, önce Anadolu'da daha sonrada Avrupa ve tüm dünyada "Dünya Madenciler Günü" olarak kullanılmaktadır.
Madencilik, yer altındaki madenlerin araştırılması, çıkarılması ve işletilmesiyle ilgili teknik ve yöntemlerin bütünüdür. Arz kabuğunda bulunan cevher, endüstriyel hammadde, kömür ve petrol gibi ekonomik değeri olan herhangi bir maddeyi yeryüzüne çıkarıp onu paraya dönüştürme işidir. Madenciliğin amacı, ekonomiye gerekli doğal hammaddeyi sağlamaktır.
Madencilikte ilk defa bir patlayıcı çeşidi olan karabarut 1627 yılında, Slovakya’da bir maden kuyusunun açılması sırasında kullanılmıştır. Bu kasabada 1762 yılında dünyanın ilk madencilik akademisi de kurulmuştur.
Tarihte bilinen en eski maden Svaziland’daki Aslan Mağarası'dır.
Maden ocaklarını sessiz azraili ise metan gazıdır. İlk bakışta çok masum ve faydalı bir gaz gibi lanse edilmektedir bu gaz.Tamamen kokusuz bir yapıya sahip olan metan gazının canlılar tarafından solunması, ölümcül tehlike yaratacak durumlar doğurur. Kokusuz olduğu için insanlar tarafından fark edilmesi son derece güç olan metan gazı, solunma dışında patlama riski de bulunduğu için son derece tehlikeli bir maddedir.İçinde bizim için nefes olan oksijen molekülü bulunmaktadır.
Ülkemizde maden denilince ilk akla gelen şehir kuşkusuz ki Zonguldak'tır. "Kara elmas" dedikleri kömür işletmeleri onların yegane geçim kaynağı sayılabilir. Yalnız küçük bir araştırma yapacak olursanız bu bölgedeki madenlerle iilgili çok çok iyi şeyler duyabilmeniz pek de mümkün değil. Ağır çalışma koşulları doğa olaylarıyla, ihmellerle veyahut ufak bir dikkatsizlikle maden ocağında o an çalışmakta olan insanların hepsinin canına mal olabiliyor. Maden işçilerinin eşleri ve çocukları, madene yolladıkları yakınları dönene kadar "yürek güpürtüsü" ile yaşıyorlar. Bir olayın üstü soğumadan yeni bir faciayla karşılaşılıyor bu madenlerde. Kısmi iyileştirme çalışmaları yapılıyor yalnız bu seferde doğa yakalarını bırakmıyor bu kader fukaralarının. Bir anda metan aşırı ısıya maaruz kalıyor ve Zonguldak'ın tüm yüreği yanmaya başlıyor...
BİR HİKAYE
Yeşil gözlü genç kadın evinin mutfağıyla salondaki masamsı büyük sehpa arasında mekik dokuyor. Her seferinde elinde iki tabakla mutfaktan dönüyor. Siyah ve yeşil zeytin, beyazpeynir, kaşar peyniri, tereyağı, kendi yaptığı ev reçelleri, dilimlenmiş domates, salatalık, biber, haşlanmış yumurta ve taze ekmekle masayı donatıyor. Dokuz yaşındaki Melike Nur küçük adımlarıyla annesine yardım ediyor. Becerikli karısının hamaratlığını gururla izleyen Musa Aydın, çaydanlığın demliğini eline alıyor, ince belli bardakları yarısına kadar dolduruyor. Diğer yarısını da sıcak su ile takviye ederken “Hadi Meryem, sen de gel otur artık” diyerek kahvaltıya başlama vaktinin geldiğini bildiriyor.
Meryem, kendi yarattığı görkemli sofraya otururken kocasına sevgiyle gülümsüyor. Sonra domates tabağının üzerinde gezdirdiği tuzlukla birlikte Zonguldaklı kadınların ortak kadersizliğini masaya serpiyor:
“Madenci kızı oldum ama asla madenci karısı olmayacağım diyordum.”
Meryem, belki de büyük konuştuğu için bir madenciyi sevip, evlendiğini düşünüyor. Annesi ve ablalarıyla birlikte yaşadıklarını özetlerken, madenci elbisesi yıkamamaya ahdettiğini söylüyor. Madenci karısı–kızı olmanın çilesiniyse sona saklıyor: “Bir de ‘ocaktan bugün sağ çıkacak mı' korkusu... Babamda bunu yaşadım, kocamda yaşamak istemiyordum. Ama kader işte bir madenciyle evliyim, o korkuyu yine yaşıyorum!” Meryem'in korkusu, kocası Musa'yı on üç yıl önce lise öğrencisi olduğu sırada yakalıyor. 3 Mart 1992 günü, Zonguldak kömür havzasının iki yüz yıllık tarihindeki en büyük grizu patlaması Kozlu'daki Uzun Mehmet kuyusunda meydana geliyor. O sırada sokakta arkadaşlarıyla top oynayan Musa, koşarak ocağı tepeden gören arsaya geldiğinde babası Mehmet Aydın'ın çalıştığı kuyudan alevler çıkmakta olduğunu görüyor: “İnsan o ocaktan kimsenin sağ çıkamayacağını düşünüyor. Ama yine de bir umutla işletmenin kapısına yığılıyorsunuz.”
Tıpkı Gülsün Kaplangil gibi… Patlama sesiyle birlikte Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Kozlu Müessese Müdürlüğü'nün kapısına yığılan kadınların en önünde o yer alıyor. Sonra farklı bir nedenle önlerinde olacağı kadınların arasında, “ölüm ocağı” kapısında umutla, “yaşıyor” haberi almak için bekliyor.
Grizu patlamalarında ölen maden işçilerinin aileleriyle görüşüyoruz. Sabah kahvaltısını şehit madenci oğlu Musa Aydın'ın evinde yaptıktan sonra Gülsün Kaplangil'e gidiyoruz. Ortanca kızı Ceyhan'la birlikte yaşayan Gülsün, eşi Celal Kaplangil'in bakım atölyesinde çalıştığı için olağanüstü bir şey olmadan “aşağı” inmediğini söylüyor: “Kazanın olduğu gün ocağa inmesi gerekiyormuş. Birlikte kahvaltı ettik. Karşılıklı oturup birer sigara içtik. Akşam yedi buçuk, sekizde çıkacağını söyledi. Çıkarım dediği saatte grizu patladı!”
Gülsün eşinin ölümünü ancak iki ay sonra kabul edebiliyor. O hale geliyor ki, psikiyatrına “Beni uyutun, uyandığımda her şey yeniden başlasın” diye yalvarıyor. Doktor ise “bunu ancak sen yapabilirsin” diyor. O da kendisine bir uğraş buluyor: Şehit Madenci Aileleri inisiyatifini kuruyor.
Kendi kocasıyla birlikte ocakta yanarak kömür haline gelmiş kömürcü eşlerinin vicdanı oluyor. Bu türden facialarda acılar, olay anıyla sınırlı kalmıyor. Tersine artçı acılar yola çıkıyor.
"Madenci kızı oldum, madenci karısı olmayacağım!" çünkü acılıyım,çünkü ciğerim zaten yangın yeri, çünkü ben biliyorum başıma geleceği, çünkü ben binlerce babamı binlerce kardeşimi verdim o medenlere...
Oksijenin verdiği hayatı metan yok ediyor!!
Misafir Yazar
Yorumlar