Kadın ilkokuldan arkadaşım fen bilgisi öğretmeni, adam da bizim mahalleden aile sağlığı merkezinde doktor. İki çocukları var dün çalıştığım kitapçıya geldiler. Çocuklar evde sıkılmasın diye hikaye kitabı falan alacaklarmış.
Çocuklar ve baba seçerken kadın yanıma geldi, "gitmiyor musun sen tatile?" dedi. "bu sene zor yeni çalışmaya başladım bizimkileri bırakamam hem" dedim.
"yeni geldik biz ama çok yorgunum tatile gidince neden bu kadar yoruluyorum acaba para verip bunalıma giriyorum" dedi.
"paket program mı aldınız" dedim "evet" dedi. "Paketleyip gönderiyorlar ondandır" dedim.
Anlamsız gözlerle baktı, sıcaktan zaten konuşmaya erinen halimiz vardı ikimizinde alacaklarını aldılar, gittiler.
Bir yıl boyunca çalışıp tatil hayali kuran ama gittiği tatilde hep çok daha yorulduğunu ve asla tatmin olmadan geldiğini söyleyen bir sürü insan duydum.
Şu kadar yıldızlı muhtemelen en baba rakamlı otellerde, her şeyin ama her şeyin dâhil, eksiksiz hizmet anlayışının en doruğa çıktığı konaklamalar yaparak, ideolojik kırıntılarımıza göre şekillendirilmiş havuzlarda yüzerek dinlenemiyoruz.
Putlaştırılmış üçlü deniz, güneş ve kumun tadını filanca tarz güneş gözlüklerimizi takarak ama mutlaka markalı ve yine ideolojik kırıntılarımıza göre tasarlanmış mayolarımızla günahtan sakındığımızı düşünerek, yaz günü meşrubat reklamı gibi konsept yapıyoruz yine dinlenemiyoruz.
Nerede ne yenir, nerede kalınır, nereler gezilir sorularının bütün cevapları popülerlik düzeyine göre sıralandığı her şey zaten önümüzde ki ekranlarda. Yapıyoruz, en gezilmesi gereken yeri geziyoruz yine dinlenemiyoruz.
Sosyal medyaya bütün bu olan bitenin sahte gülümsemeler eşliğinde yansıması için bütün fotoğraflarımızı seferber ediyoruz, fotoğrafını alamadığımız yere gitmiş saymıyoruz kendimizi, olmuyor dinlenemiyoruz.
Herkesin yaptığını yaparken "ay olacak bu sefer galiba kız" anlayışını bırakmaz isek, gittiğimiz her yere yanımızda götürdüğümüz asıl yorgun olan şeyin bedenimiz değil ruhumuz olduğunu anlamadan çözüm geliştiremeyiz.
Bu sadece orada değil, günümüzde umre programları bile kırmızı kurdele ile pazarlanıyor. Akrabanın biri balayına Kudüs'e gideceğiz demişti şok olmuştum. Nasıl yani diye soramadım bile. "Başlı başına saçma bir geleneği ideolojik ya da dini hassasiyetler ile harmanlayınca 'batı takliti' olmaktan çıkıyor mu? O zaman içiniz daha mı rahat kapitalist düzenin çarkına alet oluyorsunuz" diyemedim, hevesliydi, hem bananeydi...
Böyle böyle her şeyin suyunu çıkardık. Saray Bosna'nın, Konya'nın Beyşehir'in.. Konya'yı mevladan ve etli ekmekten, Bosna'yı köprüden, Beyşehir'i gölden ibaret zannettiğimiz için zannedenlerin zannına uyuduğumuz için belkide o tatminsizlik bırakmıyor peşimizi.
Zamanımızın ruhu kendinde mündemiç köksüzlüğünü bize de dayatıyor. Popüler olana rağbet etmeksizin hayatın idamesi mümkün değilmiş gibi bir yanılgının kuyruğunda sürükleniyor insan. Basmakalıp yaşam önerileri içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz.
Çok yuvarlanınca insan yoruluyor haliyle...
***
Biraz da CHP meselesi...
İnönü Ecevit'i parlattı, Ecevit İnönü'yü yedi.
Ecevit Baykal'ı parlattı, Baykal Ecevit'i yedi.
Baykal Kılıçdaroğlu'nu parlattı, Kılıçdaroğlu Baykal'ı yedi.
Kılıçdaroğlu İnce'yi parlattı, İnce Kılıçdaroğlu'nu yiyecek...
"Atatürk'ü koysanız Erdoğan'ın karşısına o da yenilir" diyorlar şimdi.
Biz hepsini yedik, iyi yedik, valla güzel yedik, resmen yedik, ama güzel yedik...
Çocuklar ve baba seçerken kadın yanıma geldi, "gitmiyor musun sen tatile?" dedi. "bu sene zor yeni çalışmaya başladım bizimkileri bırakamam hem" dedim.
"yeni geldik biz ama çok yorgunum tatile gidince neden bu kadar yoruluyorum acaba para verip bunalıma giriyorum" dedi.
"paket program mı aldınız" dedim "evet" dedi. "Paketleyip gönderiyorlar ondandır" dedim.
Anlamsız gözlerle baktı, sıcaktan zaten konuşmaya erinen halimiz vardı ikimizinde alacaklarını aldılar, gittiler.
Bir yıl boyunca çalışıp tatil hayali kuran ama gittiği tatilde hep çok daha yorulduğunu ve asla tatmin olmadan geldiğini söyleyen bir sürü insan duydum.
Şu kadar yıldızlı muhtemelen en baba rakamlı otellerde, her şeyin ama her şeyin dâhil, eksiksiz hizmet anlayışının en doruğa çıktığı konaklamalar yaparak, ideolojik kırıntılarımıza göre şekillendirilmiş havuzlarda yüzerek dinlenemiyoruz.
Putlaştırılmış üçlü deniz, güneş ve kumun tadını filanca tarz güneş gözlüklerimizi takarak ama mutlaka markalı ve yine ideolojik kırıntılarımıza göre tasarlanmış mayolarımızla günahtan sakındığımızı düşünerek, yaz günü meşrubat reklamı gibi konsept yapıyoruz yine dinlenemiyoruz.
Nerede ne yenir, nerede kalınır, nereler gezilir sorularının bütün cevapları popülerlik düzeyine göre sıralandığı her şey zaten önümüzde ki ekranlarda. Yapıyoruz, en gezilmesi gereken yeri geziyoruz yine dinlenemiyoruz.
Sosyal medyaya bütün bu olan bitenin sahte gülümsemeler eşliğinde yansıması için bütün fotoğraflarımızı seferber ediyoruz, fotoğrafını alamadığımız yere gitmiş saymıyoruz kendimizi, olmuyor dinlenemiyoruz.
Herkesin yaptığını yaparken "ay olacak bu sefer galiba kız" anlayışını bırakmaz isek, gittiğimiz her yere yanımızda götürdüğümüz asıl yorgun olan şeyin bedenimiz değil ruhumuz olduğunu anlamadan çözüm geliştiremeyiz.
Bu sadece orada değil, günümüzde umre programları bile kırmızı kurdele ile pazarlanıyor. Akrabanın biri balayına Kudüs'e gideceğiz demişti şok olmuştum. Nasıl yani diye soramadım bile. "Başlı başına saçma bir geleneği ideolojik ya da dini hassasiyetler ile harmanlayınca 'batı takliti' olmaktan çıkıyor mu? O zaman içiniz daha mı rahat kapitalist düzenin çarkına alet oluyorsunuz" diyemedim, hevesliydi, hem bananeydi...
Böyle böyle her şeyin suyunu çıkardık. Saray Bosna'nın, Konya'nın Beyşehir'in.. Konya'yı mevladan ve etli ekmekten, Bosna'yı köprüden, Beyşehir'i gölden ibaret zannettiğimiz için zannedenlerin zannına uyuduğumuz için belkide o tatminsizlik bırakmıyor peşimizi.
Zamanımızın ruhu kendinde mündemiç köksüzlüğünü bize de dayatıyor. Popüler olana rağbet etmeksizin hayatın idamesi mümkün değilmiş gibi bir yanılgının kuyruğunda sürükleniyor insan. Basmakalıp yaşam önerileri içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz.
Çok yuvarlanınca insan yoruluyor haliyle...
***
Biraz da CHP meselesi...
İnönü Ecevit'i parlattı, Ecevit İnönü'yü yedi.
Ecevit Baykal'ı parlattı, Baykal Ecevit'i yedi.
Baykal Kılıçdaroğlu'nu parlattı, Kılıçdaroğlu Baykal'ı yedi.
Kılıçdaroğlu İnce'yi parlattı, İnce Kılıçdaroğlu'nu yiyecek...
"Atatürk'ü koysanız Erdoğan'ın karşısına o da yenilir" diyorlar şimdi.
Biz hepsini yedik, iyi yedik, valla güzel yedik, resmen yedik, ama güzel yedik...