Geçenlerde anahtarımı kaybettim. Eve gelince üstüne bir de kapıda kalınca fark ettim olmadığını. İç güdüsel olarak adımlarım beni geçtiğim yollara yönlendirdi. Anahtarımı kaybedeli muhtemelen daha yarım saat olmamıştı. Kuzey İrlanda'da olma ihtimali de sıfırsa geçtiğim yollarda kaybetmiş olmalıydım.
Geçtiğim yolları yeniden geçmeye ama daha dikkatli bakmaya devam ederek gitmeye başladım. Çok sürmedi anahtarı arka sokakta buldum.
Bu kaybedilen herşey için geçerlidir aslında, bir şeyi kaybetmişseniz bulmak için önce geçtiğin yollara bakarsın.
Aynı mantık ile hareket ederek kaybettiğimiz vahdeti arıyorum son günlerde.
Ayaklarım beni Kastamonu ve Çorum'da on yıl boyunca yapılan kafatası ölçümlerine götürüyor önce. Türk ırkının diğer ırklardan üstün olduğunu kanıtlama çabalarını izliyorum gözlerimi açarak. İnsanların bu kadar cahil olmalarına aklım ermiyor.
Aradığım vahdeti burada kaybetmiş olabilirim ama emin olamıyorum...
Konuştuğu her Kürtçe kelime başına beş kuruş ceza kesilen, torpido gözlerinde Kürtçe kasetleri gizli bir suç aleti gibi saklayan kürt kardeşlerime gidiyor ayaklarım. Kırgın gözlerle bakıyorlar gelenlere. Diyarbakır cezaevinden çığlıklar yükseliyor, birbirimizi süzerken. Daha önce kaybetmiş olmalıyım vahdeti diye geçiriyorum içimden, çünkü gözlerinde bıkmışlık ve küskünlük çok eski gibi duruyor.
Nereye baksam bulamıyorum hangi olayda kalsam daha vahimi ile karşılaşıyorum.
Aynı oyuna yüzyıl boyunca Alevi-Sünni diyerek çarpı atılmış kapıların arasından geçerken rastlıyorum.
Sağ-Sol diyerek çeyrek asır aynı kahvehaneye bile giremeyen, aynı bakkaldan ekmek alamayan yüzü yorgun sesi boğuk adamların yüzlerine bakarak geçiyorum slogan yazılmış duvarın yorgunluklarından.
Aradığım vahdeti aramak için geç kaldığımı anlayınca eve dönmeye karar veriyorum.
Yolda Kur'an ve Hadis müslümanları ile karşılaşıyorum.Tekfir ederken terliksiz koşarken, iş vahdete gelince dizleri ağrıyan müslümanların düştükleri hallere istemsiz komik buluyorum. Yüzümde alaycı ve çaresiz bir gülümseme, başım düşmüş omuzlarım yorgun geçiyorum aralarından.
Hocalarının izzet-i şerefini koruduğu kadar, İslamın izzet-i şerefini yerden kaldırmayanların sakallarını misklerken beylik lafları geliyor kulağıma.
Onların seslerine partilerinin birlik ve beraberliği kadar islam dünyasının birlik ve beraberliğine kafa yormayanların sloganları karışıyor.
Bu kadar ses bu kadar slogan bu kadar tekfir bu kadar öteki olunca benim de kafam karışıyor.
Aklımda sorular:
Yüz yıldır bu oyuna hep düşüyoruz ve neden düşmeye devam ediyoruz?
"La ilahe illallah" etrafında buluşması gereken ümmet, "Vahdet nedir ne işe yarar?" sorusunu tefekkür etmek yerine, "Vahşet nedir, ben buna nasıl katkı sağlarım" sorusuna cevabı neden arar?
2 milyar olduğu söylenen İslam toplumu bir tükürükle boğabilecekken düşmanlarını, koca bir ümmetin sorumluluğunu hep birbirimize neden yıkarız?
Namaz kılarken çorap giymedi diye birbirimizi boğmaya ne zamana kadar devam edeceğiz?
Hâlâ ırkçı sloganlar atarak bizi bölmek isteyenlerin emeklerine yağ sürdüğümüzün ne zaman farkına varacağız?
Tarih boyunca hep "zenginlik" dediğimiz farklılıklarımız, Cumhuriyetten sonra hep gözümüze "zıtlık" olarak sokulduğunu ne zaman fark edeceğiz?
Kaybettiğimiz şeyi bulmak için geçtiğimiz yollara bakmaya aynı hataları yapmamaya çalışmak dışında yapabileceğimiz başka şey yok.
Oysa biz aynı hataları yapmaya vahdeti zedeleyecek ne varsa farklı formulü ile uygulamaya devam ediyoruz. Tam bulacakken vahdet anahtarını, başka anahtarı üstelik aynı yollarda kaybetmeye devam ediyoruz.
Kapıda kalmalarımız da sefil olmalarımız da hep bu yüzden...