Hayatımızı skorlar üzerine bina ediyoruz.
Rakamsal değeri olmayan hiçbir olgu eylem bizim için bir anlam ifade etmiyor artık. Tanımların tek başına yetmediği hepsinin başına "en çok" "multi" "süper" ekleri gelmeden anlamsız kaldığı şu asırda yarışmak, belki de kaçınılmayan bir son hepimiz için.
Hayatın her alanında bu böyle artık.
Oluşunda hiç bir katkımızın olmadığı güzelliklerimizi yarıştırmak için organizasyonlar düzenliyoruz. Güzel olanı da ellerimiz patlayana kadar alkışlayıp bir de sanki onun dahili varmış gibi tebrik ediyor komik duruma düşüyoruz.
En güzel yemeği herkesin kendi annesi yapıyor. Bu konuda herkes mutabıktır eminim. Bunu bildiğimiz halde birbirinden ukala, egosu şişirilmiş şeflerin hakaretlerine maruz kalıp yemeklerimizi yarıştırıyoruz. Kazanan yine anne yemekleri oluyor.
İnsan en çok kendi evladını sever. Bu değişmez kadim kuralı bildiğimiz halde car car car kavga ederek televizyonlarda en iyi gelin olduğumuzu anlatmak için yarışıyoruz. Tuzu iyi ayarlayan iyi oluyor da az konuşan kötü gelin oluyor bu yarışmalarda. Sonuçta kazanan yine evlatlar oluyor gelinler el kızı olarak kalmaya devam ederken.
Ailesini her sene tatile götürenin en iyi baba sayıldığı memlekette, götüremeyen de en iyi baba olmak bir yarışa giriyor. Beş yıldızlı otele götüremezse de adam köye götürüyor yarıştan geri kalmamak için. Hem kötü baba olarak kalıyor hem de yarışı kaybettiği ile kalıyor.
Leyla'sına ağıt yakan Neşet Ertaş olmak için adına şarkı yazılmasına layık Leyla bulmak ve onu hakkıyla sevmek gerektiğini unutanlar, en iyi Neşet Ertaş taklidi yaparak yarışmalarda beyhude uğraşıyor. En iyi "Sİ" sesi çıkartan yarışmayı kazansa da Neşet Ertaş olamayan herkes sonunda gönüllerde diskalifiye olmaya mahkum oluyor.
Niye böyle?
Soluk soluğa kalıyoruz girdiğimiz her yarışta. Yorgun bacaklarımızın bir yenisi için dermanı olmasa bile son gayret yenileri için hep başlangıç çizgisinde yerimizi alıyoruz. Sonu belli olan yarışlarda ömürlerimiz tükeniyor da vazgeçmiyoruz yine de...
Bu motivasyon nereden geliyor?
Kimi "bir şeyler başarınca tatmin oluyorum" diyebilir. Başkası "beceremeyenler ile dalga geçip tatmin oluyorum" diyebilir. Bunlar da motivasyon sebebi olabilir.
Ama hepsinin altında asıl sebep yeterince kimse kimseye teşekkür etmiyor takdir etmiyor.
Takdir görme duygusu yeterince ailesi ve çevresi tarafından tatmin edilen insanlar böyle yarışlara girmeye gerek görmez.
En çok beğeniyi almak için filtrenin dibine vurmamız, En çok rettweet için devamlı slogan atmamız, en çok övgüyü almak için kelle koltukta koşmamız da hep bu yüzden.
Her şeyin sayılır olduğu ama sayılamayan, miktarı bilinmeyen ne varsa yok sayıldığı zamanımız da "çok satanlar listesine" girmek ile Dede Efendi olmak aynı şey değildi elbette.
Ama keşke olayı zamanla yarışmak kısmında bırakıp, market kasiyeri ile yarışmaya kadar götürmeseydik.
Rakamsal değeri olmayan hiçbir olgu eylem bizim için bir anlam ifade etmiyor artık. Tanımların tek başına yetmediği hepsinin başına "en çok" "multi" "süper" ekleri gelmeden anlamsız kaldığı şu asırda yarışmak, belki de kaçınılmayan bir son hepimiz için.
Hayatın her alanında bu böyle artık.
Oluşunda hiç bir katkımızın olmadığı güzelliklerimizi yarıştırmak için organizasyonlar düzenliyoruz. Güzel olanı da ellerimiz patlayana kadar alkışlayıp bir de sanki onun dahili varmış gibi tebrik ediyor komik duruma düşüyoruz.
En güzel yemeği herkesin kendi annesi yapıyor. Bu konuda herkes mutabıktır eminim. Bunu bildiğimiz halde birbirinden ukala, egosu şişirilmiş şeflerin hakaretlerine maruz kalıp yemeklerimizi yarıştırıyoruz. Kazanan yine anne yemekleri oluyor.
İnsan en çok kendi evladını sever. Bu değişmez kadim kuralı bildiğimiz halde car car car kavga ederek televizyonlarda en iyi gelin olduğumuzu anlatmak için yarışıyoruz. Tuzu iyi ayarlayan iyi oluyor da az konuşan kötü gelin oluyor bu yarışmalarda. Sonuçta kazanan yine evlatlar oluyor gelinler el kızı olarak kalmaya devam ederken.
Ailesini her sene tatile götürenin en iyi baba sayıldığı memlekette, götüremeyen de en iyi baba olmak bir yarışa giriyor. Beş yıldızlı otele götüremezse de adam köye götürüyor yarıştan geri kalmamak için. Hem kötü baba olarak kalıyor hem de yarışı kaybettiği ile kalıyor.
Leyla'sına ağıt yakan Neşet Ertaş olmak için adına şarkı yazılmasına layık Leyla bulmak ve onu hakkıyla sevmek gerektiğini unutanlar, en iyi Neşet Ertaş taklidi yaparak yarışmalarda beyhude uğraşıyor. En iyi "Sİ" sesi çıkartan yarışmayı kazansa da Neşet Ertaş olamayan herkes sonunda gönüllerde diskalifiye olmaya mahkum oluyor.
Niye böyle?
Soluk soluğa kalıyoruz girdiğimiz her yarışta. Yorgun bacaklarımızın bir yenisi için dermanı olmasa bile son gayret yenileri için hep başlangıç çizgisinde yerimizi alıyoruz. Sonu belli olan yarışlarda ömürlerimiz tükeniyor da vazgeçmiyoruz yine de...
Bu motivasyon nereden geliyor?
Kimi "bir şeyler başarınca tatmin oluyorum" diyebilir. Başkası "beceremeyenler ile dalga geçip tatmin oluyorum" diyebilir. Bunlar da motivasyon sebebi olabilir.
Ama hepsinin altında asıl sebep yeterince kimse kimseye teşekkür etmiyor takdir etmiyor.
Takdir görme duygusu yeterince ailesi ve çevresi tarafından tatmin edilen insanlar böyle yarışlara girmeye gerek görmez.
En çok beğeniyi almak için filtrenin dibine vurmamız, En çok rettweet için devamlı slogan atmamız, en çok övgüyü almak için kelle koltukta koşmamız da hep bu yüzden.
Her şeyin sayılır olduğu ama sayılamayan, miktarı bilinmeyen ne varsa yok sayıldığı zamanımız da "çok satanlar listesine" girmek ile Dede Efendi olmak aynı şey değildi elbette.
Ama keşke olayı zamanla yarışmak kısmında bırakıp, market kasiyeri ile yarışmaya kadar götürmeseydik.