Bir masal kahramanı olan cadı güzellik konusunda kafası karışmış şekilde çıktı bu defa aynanın karşısına. Ayna kendini hazırlamış tüm gerçekçiliğini takınmış ve sorulacak soruya çoktan hazırlamıştı kendini. Ama cadı hep aynı soruyu sormaktan ve sadece gerçeği söyleyen aynadan yalan söylemesini beklemekten sıkılmıştı artık. Artık başka bir şeyi merak ediyordu:
"Ayna ayna! Söyle bana! En güzeller her zaman prenses midir?"
"Hayır cadı, prensesler de çirkin olabilir" dedi ayna, şaşkın ama bilge sesiyle.
Sadece güzellik üzerine kurgulanmış bir masalda bunun anlamı "cadılar da güzel olabilir" demekti.
Cadı bir umut bir soru daha sordu:
"Peki ayna güzel olmak eşittir mutluluk mudur?"
İşte cadının sorguladığı şey belli olmuştu. Ayna da cadının neyin peşinde olduğunu artık anlamıştı.
Cadının bütün hayatı Pamuk Prenses ile girdiği anlamsız bir rekabet ile geçmişti. Üstelik bu rekabet hep onun aleyhine ilerliyor kazanan hep Pamuk Prenses oluyordu. Cadı sorduğu soru ile kendi masalının masum olmayan tarafını ve masaldaki kendi rolünü sorgulamıştı en sonunda.
Hep gerçekleri söyleyen ayna direkt cevap vermek yerine bu kez başka bir yol seçti. ilk kez bir şeyleri sorgulamış olan cadıya daha açıklayıcı konuştu:
"İnsanlar gerçeklerden hiç hoşlanmazlar cadı. Gerçeklerden kaçmak için her yolu denerler. Güzelliği de buna alet ederler. İnsanların derdi kendini başkalarına beğendirmektir. Yoksa gerçek güzellik umurunuzda bile değil hiç birinizin. Şu yaşadığınız dünyaya bir bak, güzelliği dert edinenlerin yaşayacağı bir dünyaya benziyor mu hiç?
Geceleri hayran kalarak dolunayı izlemeyenler, düşen sonbahar yapraklarına dokunup hayaller kurmayanlar, sırf aşık serçelerin dans edişlerini izlemek için yollara düşmeyenler, ormanın gürültüsü için veya bozkırın sessizligi için sabahları erkenden kalkmayanlar "güzellikten" bahsetmemeliler cadı.
Yağmurda şemsiye, kar topunda eldiven, güneşte gözlük kullananlar canlılarsınız siz cadı(!) Güzel şeylerden kaçıp, çirkin şeylerin ardında yaşıyorsunuz.
Hırsınızı çalışkanlık, inatçılıgınızı kararlılık, korkunuzu sabırmış gibi gösteriyorsunuz. Bu çarpık dünyanıza göre, kendinizi beğendirme telâşınız da güzelliğiniz elbette! Benim gibi aynalara bakıp, sadece kendinde arayıp durduğun güzellik, mutluluk getirmez inan bana. İnsanların güzellikten anladığı, kendini başkasına beğendirme çabasıdır. Kendin için değil başkası içindir. sen bir ömür başkalarının gözündeki beğeni için yaşadın cadı. Kendin için değil."
Cadının itiraf edemediklerini ayna yüzüne söylemişti. Cadı bir ömür boyu, dünyaya kendi gözleriyle bakarak güzelliği aramak yerine, başkalarının gözleriyle aynaya bakarak kendine ait güzelliği kovalamıştı.
Cadı aynaya, yâni kendine bakarak:
"Benim derdim güzellik olsaydı pamuk prensesin güzelliğini kıskanmazdım, aksine beğenirdim değil mi ayna?” diye mırıldandı.
"Keşke sadece kıskançlık olsa" dedi ayna. "Siz insanların aldatmalar, aşağılamalar, gizli hesaplar ve yalanlarla yaşıyorken güzelleşmesi mümkün değil. Siz yaşam boyunca kabalık veya kibir ile kazanıyor ama kibarlık veya mütevazilik ile kaybediyorsunuz. Belki de yaşamınızda, güzellikler bu kadar eksik olduğu için peşinde koşuyorsun bilmiyorum. Sadece kendi yüzünüzde aradığınız güzelliğin bencilliginde, monarşinin kalıntısı prenseslere benzemek hoşunuza gidiyor. Sıradan birine güzel demek yerine, güzelliği eşitsizliğin ucubesi prenseslere yakıştırıyorsunuz en tuhafı da bu aslında..."
Cadı sonunda anladı herşeyi. Başkasından güzel olmak, kendini başkasına beğendirmek ve güzelliği rekabete sokmak hayatının hatasıydı. İnsanda çirkin duran duygularla o güzellik peşinde koşmuştu.
Ayna cadının üzüntüsünü farketti.
"Sen yine de boşver" dedi cadıya.
"Bak bu insanlar beni de sevmezler. Çünkü ben hiç beklemedikleri anda, yaşlandıklarını yüzlerine söylerim. Tabi taklitler ve tekrarlardan ibaret olan değersiz hayatlarının bitiyor olmasından çok, yüzlerindeki kırışıklıklar için endişelenirler. Yani yine kendi güzellikleri için...zaten hayatı dolu dolu yaşıyor olsalar, yaşlandıklarını aynalardan öğrenmezlerdi.
Sonuçta insanlar yaşlandıklarını; bilgilerinden, anılarından ve saygınlığından anlamalı değil mi cadı? ama böyle yaşlanmayı bile beceremiyorsunuz. Bu yüzden yanlış yolların, samimiyetsiz yolcusudur insanlar. Böyle kabul et kendini ve herkesi."
Bunları duyan cadı sessiz kaldı. Başını yere eğdi. Artık gerçekte hiç masum olmayan o aptal masalı bitmişti. geçen zamanın onu ne kadar çaresiz bıraktığını hissetti.
Son bir soru sormak istedi aynaya:
“Ayna ayna söyle bana, gerçek güzelliği nerede bulabiliriz?”
“Cadı” dedi ayna, “güzelliği nerede bulacağız diye değil, nerede aramalıyız diye sormalısın. Bir balık güzelliği gökyüzünde bulamaz değil mi? Çünkü denizin dışında ölürler. Ama gökkuşakları güzelliği gökyüzünde ararlar. Gökyüzü ise güzelliği geceleri yıldızlarda, gündüzleri güneşin doğuşunda arar. Bir kuş, güzelliği emeğini döktüğü yuvasının kurumuş dallarında veya otlarında arar. Bir ağacın dalında güzelliği bulur. Ağaçlarsa toprağa tutunmanın güzelliğindedir. Yani öyle kolayca bulunan bir şey değildir güzellik. Ama hepsinin ortak noktası hiçbiri güzelliği kendinde aramaz. Güzelliği kendinde aramak insanlara özgü bir çirkinliktir. Bu hastalıkla yaşar hepsi. Bir kuşun kendi güzelliğini düşündüğü bir an bile yoktur. Ya da ağacın... Onlar sadece yaşamın ve çevresinde yaşattıklarının güzelliğine dahil olurlar. Güzelliği önce yaşıyor olmakta, sonra çevrelerinde yaşama izin vermekte arar ve bulurlar. Yani kendini güzellikler bütünün bir parçası olarak görürler. Kuş topluluğunun içindeki bir tane kuş, ormandaki bir ağaç ve gökyüzündeki bir yıldız... Güzelliğin bir parçası oldukları kadar güzeldirler. Sen de önce yaşamı anla, sonra güzelliği ara ve bul. Yani cadı sakın bir aynaya baktığında gördüğün şeyde arama güzelliği. Orada değil çünkü. O tek başına bir kuş kadar güzel veya balık veya ağaç... ötesi yok.”
"Ayna ayna! Söyle bana! En güzeller her zaman prenses midir?"
"Hayır cadı, prensesler de çirkin olabilir" dedi ayna, şaşkın ama bilge sesiyle.
Sadece güzellik üzerine kurgulanmış bir masalda bunun anlamı "cadılar da güzel olabilir" demekti.
Cadı bir umut bir soru daha sordu:
"Peki ayna güzel olmak eşittir mutluluk mudur?"
İşte cadının sorguladığı şey belli olmuştu. Ayna da cadının neyin peşinde olduğunu artık anlamıştı.
Cadının bütün hayatı Pamuk Prenses ile girdiği anlamsız bir rekabet ile geçmişti. Üstelik bu rekabet hep onun aleyhine ilerliyor kazanan hep Pamuk Prenses oluyordu. Cadı sorduğu soru ile kendi masalının masum olmayan tarafını ve masaldaki kendi rolünü sorgulamıştı en sonunda.
Hep gerçekleri söyleyen ayna direkt cevap vermek yerine bu kez başka bir yol seçti. ilk kez bir şeyleri sorgulamış olan cadıya daha açıklayıcı konuştu:
"İnsanlar gerçeklerden hiç hoşlanmazlar cadı. Gerçeklerden kaçmak için her yolu denerler. Güzelliği de buna alet ederler. İnsanların derdi kendini başkalarına beğendirmektir. Yoksa gerçek güzellik umurunuzda bile değil hiç birinizin. Şu yaşadığınız dünyaya bir bak, güzelliği dert edinenlerin yaşayacağı bir dünyaya benziyor mu hiç?
Geceleri hayran kalarak dolunayı izlemeyenler, düşen sonbahar yapraklarına dokunup hayaller kurmayanlar, sırf aşık serçelerin dans edişlerini izlemek için yollara düşmeyenler, ormanın gürültüsü için veya bozkırın sessizligi için sabahları erkenden kalkmayanlar "güzellikten" bahsetmemeliler cadı.
Yağmurda şemsiye, kar topunda eldiven, güneşte gözlük kullananlar canlılarsınız siz cadı(!) Güzel şeylerden kaçıp, çirkin şeylerin ardında yaşıyorsunuz.
Hırsınızı çalışkanlık, inatçılıgınızı kararlılık, korkunuzu sabırmış gibi gösteriyorsunuz. Bu çarpık dünyanıza göre, kendinizi beğendirme telâşınız da güzelliğiniz elbette! Benim gibi aynalara bakıp, sadece kendinde arayıp durduğun güzellik, mutluluk getirmez inan bana. İnsanların güzellikten anladığı, kendini başkasına beğendirme çabasıdır. Kendin için değil başkası içindir. sen bir ömür başkalarının gözündeki beğeni için yaşadın cadı. Kendin için değil."
Cadının itiraf edemediklerini ayna yüzüne söylemişti. Cadı bir ömür boyu, dünyaya kendi gözleriyle bakarak güzelliği aramak yerine, başkalarının gözleriyle aynaya bakarak kendine ait güzelliği kovalamıştı.
Cadı aynaya, yâni kendine bakarak:
"Benim derdim güzellik olsaydı pamuk prensesin güzelliğini kıskanmazdım, aksine beğenirdim değil mi ayna?” diye mırıldandı.
"Keşke sadece kıskançlık olsa" dedi ayna. "Siz insanların aldatmalar, aşağılamalar, gizli hesaplar ve yalanlarla yaşıyorken güzelleşmesi mümkün değil. Siz yaşam boyunca kabalık veya kibir ile kazanıyor ama kibarlık veya mütevazilik ile kaybediyorsunuz. Belki de yaşamınızda, güzellikler bu kadar eksik olduğu için peşinde koşuyorsun bilmiyorum. Sadece kendi yüzünüzde aradığınız güzelliğin bencilliginde, monarşinin kalıntısı prenseslere benzemek hoşunuza gidiyor. Sıradan birine güzel demek yerine, güzelliği eşitsizliğin ucubesi prenseslere yakıştırıyorsunuz en tuhafı da bu aslında..."
Cadı sonunda anladı herşeyi. Başkasından güzel olmak, kendini başkasına beğendirmek ve güzelliği rekabete sokmak hayatının hatasıydı. İnsanda çirkin duran duygularla o güzellik peşinde koşmuştu.
Ayna cadının üzüntüsünü farketti.
"Sen yine de boşver" dedi cadıya.
"Bak bu insanlar beni de sevmezler. Çünkü ben hiç beklemedikleri anda, yaşlandıklarını yüzlerine söylerim. Tabi taklitler ve tekrarlardan ibaret olan değersiz hayatlarının bitiyor olmasından çok, yüzlerindeki kırışıklıklar için endişelenirler. Yani yine kendi güzellikleri için...zaten hayatı dolu dolu yaşıyor olsalar, yaşlandıklarını aynalardan öğrenmezlerdi.
Sonuçta insanlar yaşlandıklarını; bilgilerinden, anılarından ve saygınlığından anlamalı değil mi cadı? ama böyle yaşlanmayı bile beceremiyorsunuz. Bu yüzden yanlış yolların, samimiyetsiz yolcusudur insanlar. Böyle kabul et kendini ve herkesi."
Bunları duyan cadı sessiz kaldı. Başını yere eğdi. Artık gerçekte hiç masum olmayan o aptal masalı bitmişti. geçen zamanın onu ne kadar çaresiz bıraktığını hissetti.
Son bir soru sormak istedi aynaya:
“Ayna ayna söyle bana, gerçek güzelliği nerede bulabiliriz?”
“Cadı” dedi ayna, “güzelliği nerede bulacağız diye değil, nerede aramalıyız diye sormalısın. Bir balık güzelliği gökyüzünde bulamaz değil mi? Çünkü denizin dışında ölürler. Ama gökkuşakları güzelliği gökyüzünde ararlar. Gökyüzü ise güzelliği geceleri yıldızlarda, gündüzleri güneşin doğuşunda arar. Bir kuş, güzelliği emeğini döktüğü yuvasının kurumuş dallarında veya otlarında arar. Bir ağacın dalında güzelliği bulur. Ağaçlarsa toprağa tutunmanın güzelliğindedir. Yani öyle kolayca bulunan bir şey değildir güzellik. Ama hepsinin ortak noktası hiçbiri güzelliği kendinde aramaz. Güzelliği kendinde aramak insanlara özgü bir çirkinliktir. Bu hastalıkla yaşar hepsi. Bir kuşun kendi güzelliğini düşündüğü bir an bile yoktur. Ya da ağacın... Onlar sadece yaşamın ve çevresinde yaşattıklarının güzelliğine dahil olurlar. Güzelliği önce yaşıyor olmakta, sonra çevrelerinde yaşama izin vermekte arar ve bulurlar. Yani kendini güzellikler bütünün bir parçası olarak görürler. Kuş topluluğunun içindeki bir tane kuş, ormandaki bir ağaç ve gökyüzündeki bir yıldız... Güzelliğin bir parçası oldukları kadar güzeldirler. Sen de önce yaşamı anla, sonra güzelliği ara ve bul. Yani cadı sakın bir aynaya baktığında gördüğün şeyde arama güzelliği. Orada değil çünkü. O tek başına bir kuş kadar güzel veya balık veya ağaç... ötesi yok.”