Yanlış hatırlamıyorsam Kenan Doğulu'nun kasetiydi. Bayram harçlıklarım ile koşa koşa gidip kaset almıştım. A yüzünde 5, B yüzünde 4 şarkı vardı. Annem verdiğim para boşa gitti diye düşünüp İbrahim Tatlıses'in 13 şarkılık kasetini aldırmıştı. "Bunu al götür annem dövdü de (yalan) çok kızdı de değiştirsinler"...

Aldığın un açık mı çıktı "bunu hemen götürüyorsun annem çok kızdı diyorsun"

Arkadaşın sana hediye pahada ağır bişey mi verdi "al bunu hemen götür annem çok kızdı de geri ver"

Kalburüstü dediğimiz semtlerin işlek caddelerinde, ya da AVM'lerin girişlerin de "çocuğunuzu dahi yapmanın yolunu öğretiyoruz bize gelin farkı görün" temalı afişleri görünce, ya da Tv ekranlarında oldukça uzman (!) kişilerin "100 adımda organik çocuk yetiştirme" konulu sunumlarını izleyince aklıma hep çocukluğumdan kareler gelir.

Belki bana kızacaksınız ama ben "aman ali rıza bey çocuğa kızma ağzımızın tadı kaçmasın" yaklaşımını çok doğru bulmuyorum.

Annem çocuk zihnime göre diktatörün önde gideniydi. Uyguladığı terbiye metotları, ne Nazi Almanya'sında ne Mao'nun uygulamalarında vardı. 12 Eylül mağdurları bile yaşamamıştır. "Etinden et koparacam senin" dediğin de ruhumda oluşan o fırtınaları, arka sokağa gittik diye mahallenin başında beni beklerken hissettiklerimi, o parmağını konuşurken dik dik sallamasının bende yarattığı etkiyi anlatmaya kalksam kelimeler yetmez.

Kaynar sopası ile kovalanmak haftalık rutin faaliyetimdi mesela. Çamaşır kaynatılırken kazanda balon gibi şişerdi, onu bastırmak için yanında hep bi sopa dururdu biz ona kaynar sopası derdik. Bi gün artık ne yaptıysam yakalayamadı beni, sopayı arkamdan bi attı küt kafama geldi. Sonra geldi öptü ama ağlamam geçince başladı yine söylenmeye...

Bugün geldiğimiz yerde şunu çok net görebiliyorum. Beni ben yapan o zaman yaşadığım "organik" olaylarmış. Aldığı şeyi geri veremeyen, sopa ile kovalanmayan, kafasına terlik isabet etmeyen, akşam ezanında evde olunması gerektiğinin sorumluluğunu alamayan her çocuk "sentetik" olmaya mahkûm sanırım.