Selam İnsan Yavrusu!..
Duydum ki dünyaya gelmene sayılı saatler kalmış ve sen çok heyecanlıymışsın bu konuda. Adına dünya denilen cehennem hakkında hiç bir fikrin olmadığı ne kadar da belli. Keşke buralar ayakların kadar tatlı, avuç içlerin kadar yumuşak olsaydı.
Çok karışık bizim buralar.
Mesela biliyor musun, sınır diye bir şey icat ettik Allah'ın mülkü üzerinde. Sonra o sınırları kutsayıp savaşlar ilan ettik birbirimize. Hepsi bir lokma daha fazla yiyebilmek adınaydı başlar da ama, sonra biz savaşmak için bahane aramaya başladık sanki. Mülkün Allah'ın değil bizim olduğunu zannettiğimizden beri de, hiç iflah olamadık. Vizeler olmadan yine kendi de ölümlü olan insanlar onaylamadan gezemiyoruz bile.
Geldiğin zaman para denen şey ile karşılaşırsan anlamsız bulabilirsin, uyarayım. Ama biz ona çok değer atfettik farkında olmadan. Kardeşler birbirini, evlatlar analarını, babalar çocuklarını bile öldürdü üç kuruş için. Kan davaları çıktı, miras kavgaları yaptık hala yapıyoruz. Dünyanın en doğal olayını yapacak annen seni doğuracak, ama bu iş için binlerce para kazanması gerekiyor babanın. Önce lüksleri icat edip sonra o lüksleri zaruret gören zavallılar olduk biliyor musun.
Bir de sana bahsetmem gereken etiket mevzusu var tabi. Etiketlemeyi öğrendik biz. Kürt dedik zenci dedik beyaz dedik Adanalı dedik alevi dedik "bizim üst komşu da dul" dedik "onun kızı evden kaçmış" dedik o doktor dedik o katil dedik onun babası hırsız dedik o mülteci dedik. Etiketler olmadan adım atamıyoruz sanki. Herkesin etiketi var gözümüzde. Tek bir hata ya da tek bir olumlu şey etiket yapıştırmamız için yetiyor artık. Kendimizi daha güvende hissediyoruz galiba.
Güven dedim de, kilit diye bir şey bulduk biz. Ama ondan önce güvensizliği icat etmiş olabiliriz sıralama konusunda çok emin değilim. Kapılarımızı bir yetmiyor üç dört defa üç dört yerden kilitliyoruz, güvenlik kameraları takıyoruz, pencerelere demir korkuluklar koyuyoruz, alarm sistemlerimiz var, görüntülü ve şifreli kapı zillerimiz bir de. Kocaman telleri ve duvarları olan, güvenlik görevlisi mutlaka kapıda sitelerde oturuyoruz. Arabalarımız alarmlı, telefonlarımıza bile kırk şifre ile giriyoruz. Yine de hep tedirgin yine de hep endişe içindeyiz. Sevmiyor ve güvenmiyoruz birbirimize sanırım. Ve sanırım sebebi kendimizi çok iyi tanıyor oluşumuzdan ileri geliyor. "Ben böyleysem başkası kim bilir nasıldır" korkusu mu acaba yaşadığımız.
Bakma böyle konuştuğuma, insanız işte hepimiz. Yalan söyleyince pişman olmayı, günah işleyince tevbe etmeyi, biri derdini anlatınca ağlamayı, kırılmayı, incinmeyi, af dilemeyi hala bilen insanlarız.
Hala en acımasız olanımız bile yavru bir kuzu görünce güzel şeyler hissediyor, deniz izlemeyi seviyor, kahkaha atan çocuk görünce yumuşuyor. Mesela cennet kokacak olan ayakların hepimizin çok hoşuna gidiyor. Dondurma yemeyi, gözlerimizden yaş gelene kadar gülmeyi seviyoruz hala. Sarılmayı seviyoruz, yavru kedileri seviyoruz, müzik dinlemeyi seviyoruz, yardım etmeyi seviyoruz. Ben patlıcan kızartması da severim ama konumuz o değil şimdi.
Fikrimiz sorulmadan, en ufak irademiz olmadan sürüldüğümüz dünyada sen de bizler gibi doğduğun anda çürümeye başlayacaksın. Tertemiz geldiğin buralarda sana yalanı, gıybeti, hasedi öğreteceğiz. Okullara gönderip tornadan geçireceğiz. Uyum sağlamadığın ya da sağlamak istemediğin ne varsa seni "hiperaktif yaramaz işe yaramaz" diye etiketleyeceğiz. Sonra yaptığın ilk hata da kendimize dönüp bakmadan, seni "olmamış" olarak yeniden etiketleyeceğiz.
Hayattan kendini "yorgun" olarak tanımlayıp ayrılacaksın muhtemelen.
"Yüzü gülüyordu." diyecek cesedine bakmaya cesaret edenler.
"Öyle rahatlamış gibiydi sanki..."
Duydum ki dünyaya gelmene sayılı saatler kalmış ve sen çok heyecanlıymışsın bu konuda. Adına dünya denilen cehennem hakkında hiç bir fikrin olmadığı ne kadar da belli. Keşke buralar ayakların kadar tatlı, avuç içlerin kadar yumuşak olsaydı.
Çok karışık bizim buralar.
Mesela biliyor musun, sınır diye bir şey icat ettik Allah'ın mülkü üzerinde. Sonra o sınırları kutsayıp savaşlar ilan ettik birbirimize. Hepsi bir lokma daha fazla yiyebilmek adınaydı başlar da ama, sonra biz savaşmak için bahane aramaya başladık sanki. Mülkün Allah'ın değil bizim olduğunu zannettiğimizden beri de, hiç iflah olamadık. Vizeler olmadan yine kendi de ölümlü olan insanlar onaylamadan gezemiyoruz bile.
Geldiğin zaman para denen şey ile karşılaşırsan anlamsız bulabilirsin, uyarayım. Ama biz ona çok değer atfettik farkında olmadan. Kardeşler birbirini, evlatlar analarını, babalar çocuklarını bile öldürdü üç kuruş için. Kan davaları çıktı, miras kavgaları yaptık hala yapıyoruz. Dünyanın en doğal olayını yapacak annen seni doğuracak, ama bu iş için binlerce para kazanması gerekiyor babanın. Önce lüksleri icat edip sonra o lüksleri zaruret gören zavallılar olduk biliyor musun.
Bir de sana bahsetmem gereken etiket mevzusu var tabi. Etiketlemeyi öğrendik biz. Kürt dedik zenci dedik beyaz dedik Adanalı dedik alevi dedik "bizim üst komşu da dul" dedik "onun kızı evden kaçmış" dedik o doktor dedik o katil dedik onun babası hırsız dedik o mülteci dedik. Etiketler olmadan adım atamıyoruz sanki. Herkesin etiketi var gözümüzde. Tek bir hata ya da tek bir olumlu şey etiket yapıştırmamız için yetiyor artık. Kendimizi daha güvende hissediyoruz galiba.
Güven dedim de, kilit diye bir şey bulduk biz. Ama ondan önce güvensizliği icat etmiş olabiliriz sıralama konusunda çok emin değilim. Kapılarımızı bir yetmiyor üç dört defa üç dört yerden kilitliyoruz, güvenlik kameraları takıyoruz, pencerelere demir korkuluklar koyuyoruz, alarm sistemlerimiz var, görüntülü ve şifreli kapı zillerimiz bir de. Kocaman telleri ve duvarları olan, güvenlik görevlisi mutlaka kapıda sitelerde oturuyoruz. Arabalarımız alarmlı, telefonlarımıza bile kırk şifre ile giriyoruz. Yine de hep tedirgin yine de hep endişe içindeyiz. Sevmiyor ve güvenmiyoruz birbirimize sanırım. Ve sanırım sebebi kendimizi çok iyi tanıyor oluşumuzdan ileri geliyor. "Ben böyleysem başkası kim bilir nasıldır" korkusu mu acaba yaşadığımız.
Bakma böyle konuştuğuma, insanız işte hepimiz. Yalan söyleyince pişman olmayı, günah işleyince tevbe etmeyi, biri derdini anlatınca ağlamayı, kırılmayı, incinmeyi, af dilemeyi hala bilen insanlarız.
Hala en acımasız olanımız bile yavru bir kuzu görünce güzel şeyler hissediyor, deniz izlemeyi seviyor, kahkaha atan çocuk görünce yumuşuyor. Mesela cennet kokacak olan ayakların hepimizin çok hoşuna gidiyor. Dondurma yemeyi, gözlerimizden yaş gelene kadar gülmeyi seviyoruz hala. Sarılmayı seviyoruz, yavru kedileri seviyoruz, müzik dinlemeyi seviyoruz, yardım etmeyi seviyoruz. Ben patlıcan kızartması da severim ama konumuz o değil şimdi.
Fikrimiz sorulmadan, en ufak irademiz olmadan sürüldüğümüz dünyada sen de bizler gibi doğduğun anda çürümeye başlayacaksın. Tertemiz geldiğin buralarda sana yalanı, gıybeti, hasedi öğreteceğiz. Okullara gönderip tornadan geçireceğiz. Uyum sağlamadığın ya da sağlamak istemediğin ne varsa seni "hiperaktif yaramaz işe yaramaz" diye etiketleyeceğiz. Sonra yaptığın ilk hata da kendimize dönüp bakmadan, seni "olmamış" olarak yeniden etiketleyeceğiz.
Hayattan kendini "yorgun" olarak tanımlayıp ayrılacaksın muhtemelen.
"Yüzü gülüyordu." diyecek cesedine bakmaya cesaret edenler.
"Öyle rahatlamış gibiydi sanki..."