Bir misafirliğe gittiğimiz zaman ya da bir misafir geldiği zaman sık sık duyuyorum annelerden "bizimki onu yemez." Hemen telaş oluyor ev sahibinde misafirini daha iyi ağırlamak adına "şunu yapayım, aaa dolapta şu vardı durun onu getireyim" telaşı. Bir çocuğun aç kalma ihtimali bile herkesi alarm durumuna getirir böyle durumlarda.

Ya da parklarda görüyorum genelde, ellerinde tabak ile çocukların peşinde koşan anneleri. İstemsiz açılan ağızları, o ağızlar açılsın diye "sana şunu yaparım yersen" diye havada uçan vaadleri.

Önemlidir çünkü, bir çocuğun sağlıklı bir birey olması için günlük gerekli kalsiyum oranını alması, bilmem kaç gram ceviz yiyip zihinsel gelişim için omega3 tüketmesi çok önemlidir.

Annelerin bu telaşı bana çok kutsal gelir izlerken. Yemedi diye dertlenen, lafın en alaksız yerinde "dur bi dakika ben geliyorum şuna tabak hazırlayım" diye aniden oradan kalkan annelerin o hassasiyeti bana ilâhi rahmeti hatırlatır.

Allah'ın inayeti ile öyle bolluk içinde yaşıyoruz ki haftada kişi başı 2 ekmek çöpe gidiyor bizim ülkemizde. "Isıtılan yemeği yiyemiyorum ben" gibi tuhaf şımarıklıklarımız var üstelik. Yumurtanın beyazını atma lükslerimiz, bir davette giydiğimizi bir daha giymeme seçeneklerimiz.

Her elbise için ayrı eşarplarımız, her renk kabanlarımız, iki yılda değiştirdiğimiz arabalarımız, tabakta kalan yemeği bırakma alternatiflerimiz var.

Derler ki, dünyada yedi milyar insan yaşarmış. Bu yedi milyar insan içinde, bir lokma ekmeğe muhtaç, günlük bir öğün yemek yiyecek geliri olmayan, açlıktan hastalıktan kıvrılan bir sürü çocuk varmış.

Derler ki, dünyada yedi milyar insan yaşarmış. Bu yedi milyar insan içinde ana babası ölmüş bir yetimhanede ağlayan, abluka altındaki bir kentte özgürlük nedir bilmeyen, kardeşi baş ucunda öldürülmüş, annesi gözünün önünde tecavüze uğramış bir sürü çocuk varmış.

Derler ki, dünyada yedi milyar insan yaşarmış. Bu yedi milyar insan içinde, bulunduğu yere bir damla yağmur düşmeyen, su bile içmenin dünyanın en büyük lüksü olduğu, hijyen kelimesi ancak afilli edebiyat kelimesi olarak hayatlarında kalan, burnuna sinek kondu diye tiksindiğimiz, yeraltı kaynakları bol ama hepsine el konulan bir sürü çocuk varmış.

Derler ki dünyada yedi milyar insan yaşarmış. Bu yedi milyar insan içinde, evinde suyu elektriği olmayan, yakacak kömürü bırak sobası olmayan, sokağı çamurdan hatta lağımdan geçilmeyen, asgari kişi haklarından bile yararlanamayan, çalışan çalıştırılan çalışmak zorunda bırakılan bir sürü çocuk varmış.

FARKINDA MISINIZ SİZİN ÇOCUKLARINIZ BUNLARIN İÇİNDE DEĞİL!..

Allah mahşer günü "infaktan" sorunca ne diyeceğiz bilmiyorum. Şey mi mesela, "Ya rabbi midem öyle büyüktü ki varil desen varil değil, kuyu desen kuyu değil onu doyuramadım ki başkasını gözüm görsün?"

Böyle mi savunacağız kendimizi?