Mimar olmak istiyor, kariyer yapmak istiyor, gezmek istiyor, sevgili yapıyor ama artık kimse ANNE olmak istemiyor.
Kadının yaratılış gayesi olan aslında dünyada bulunma amaçlarından en önemlisi olan bir eylem, kapitalizm düzenin soğuk kurallarına ayak uydurmak zorunda kalıyor.
KADIN olmak fikri öne çıktığından beri, anne olma eylemi arka plana itiliyor.
Artık çocuklar ayak bağı, boş vakit canavarı, vücut deformasyon sebebi olarak görülmeye başlandı.
Peki neden kadın olduğumuz için dünyanın etrafımız da döndüğüne bu kadar inandırılırken, kadını erkekten ayıran en önemli vasfı doğurganlığı bir utanç meselesi haline geldi?
Eskiden dört beş olan çocuk sayısı neden rica minnet bir çocuğa düştü?
Kapitalizm Han Hazretleri böyle buyurdular efendim.
Derhal yayınlanan Divan-ı Hattı Hümayün (!) ile "kadınların daha çok çalışması, çalıştığı parayı daha çok yerde harcaması, harcarken ve çalışırken çok yorulduğu için anne olma oranının tez elden düşürülmesi gerektiğine" hükmettiler.
Çünkü kapitalizm sömürür!
Emeği ve senin iliğini sömürdüğü ölçüde kapitalizm yaşamına devam edebilir.
Sonra derki;
- al sana Anneler günü!
- Kutla ama bizi de gör azizim. Tabak al tost makinası al evde robot vardır ama sen bir daha al al al al...
- ne ile alayım hepsi para demek!
- git çalış al, onu da mı ben söyleyeyim?
***
Babaannem ile büyükbabam bir sokak aşağımız da otururlardı. Onların bahçesi bizimkinden büyüktü...
Bayılırdım onlar da kalmaya.
Bütün torunlar neredeyse o evde kalmak isterdik. Değişik bir tılsımı ve huzuru vardı o evin.
Soba olan tek odaya babaannem yer yatağı yapar hepimiz o yatakta birlikte uyurduk.
İki sedir vardı birine babaannem diğerine büyükbabam yatar saatlerce konuşurlardı. Ne konuşurlardı bilmiyorum ama gün içinde işten güçten bir araya gelemeyen bu insanlar akşam olunca hasret giderirlerdi...
Oysa büyükbabam zorla evlenmiş babannemle. Ama zaman aralarında ki muhabbeti hep artırmış.
Şimdi üç gün sonra mahkeme kapısında soluk alan kadınları gördüğüm de hep aklıma kendisini sevmeyen adamla evlenen babaannemin o adamı nasıl kendine meftun edişi geliyor. Büyükbabam onsuz yemek bile yiyemezdi...
Kadınlara sağlanan adı da "pozitif ayrımcılık" olan saçmalık, günümüz kadınlarının toplumsal çöküntüye yol açmasını sağladı.
Tek taş saçmalığı ile başlayan süreç duş kabinine dantelli örtü ile devam ediyor. Adam seni sevdiği ve evlenmeye karar verdiği için neden sana pahalı bir yüzük alsın ki?
Toplumsal cinnet noktasına gelmiş durumdayız bu konuda.
İki insan evlenmeye karar verdiği an onları nasıl delirme noktasına getiririz diye harekete geçen gizli bir düzen var resmen. Mutluluğunu bozmaya çalışıyolar sanki seni sınıyolar böyle. Güçlü olup sınavı geçersen sakin bir hayatın olabilir.
Gelin başı diye bir saçmalık var ellere şenlik. "Sevdiğin kadınla evleniyorsan sülalenin tüm karılarının saçlarını da sevmek zorundasın" diyip hepsinin parası da erkeğe gömülüyor.
Salon takımı alana oturma odası takımı da gerekiyor. Çay makinası nedir kurban olduğum? Başında fiyonk olan çay kaşıkların olmasa o çay içilemeyecek mi bacım?
Borç harç için de evlenen çiftler dört beş ay sonra biz yapamadık diyip mahkemeye koşuyor.
Aynı garabet orada da devam ediyor. Böyle kadınlara bide çocuk olmasa bile nafaka bağlanıyor. O kadın da utanmadan o nafakayı talep edebiliyor.
Erkeklere cüzdan muamelesi çeken kadınlar "prenses" hissedebildikleri sürece erkeklere bulaşmıyor. Ne zaman prenses omadığı gerçeği ile yüzleşse süpürge o kapının arkasından çıkıveriyor.
Evlenirken bile "evcilik" oyunu tarzında evlenen kadın, bütün evini masal dünyası tadında döşemek istiyor. "Bir daha mi evleneceksin yapsın tabii" şeklin de toplumsal baskıyıda unutmamak lazım...
İki insan evlenirken birlikte karar alıyor, herhangi bir baskı altında kalmadan. Düğün masraflarının da %90'ını erkek çekiyor. Buna rağmen kendisi istemese bile boşanma gerçekleştiğinde bir de kadına nafaka adı altında haraç ödemesi gerekiyor.
Bir kadın hiçbir sınır tanımadan bir erkeği aşağılayabiliyor, küçük düşürebiliyor, hakaret ve küfür edebiliyor. Ama o erkek sinirine yenik düşüp o kadına "aptal" bile dese sosyal linçe maruz kalıyor.
Aynı şey fiziki şiddet için de geçerli. Bir kadın erkeği fiziki ya da psikolojik şiddete maruz bıraktığında o erkek katlanmak zorunda, ama kadına en ufak bir itekleme bile yapsa erkek hapis cezası alıyor.
Hatta yapmasına da gerek yok. Kadının "bu beni itti, bana şiddet uyguladı" demesi yeterli. Bunu ispatlaması bile gerekmiyor.
Durum böyle olunca "eski eş vahşeti" diye bir sürü haber dönüyor her gün kanallarda...
Ya hu kılavuz "Merhamet" olmalıyken neden onu değil, hırslarımızı baz alıyoruz?
Kadının yaratılış gayesi olan aslında dünyada bulunma amaçlarından en önemlisi olan bir eylem, kapitalizm düzenin soğuk kurallarına ayak uydurmak zorunda kalıyor.
KADIN olmak fikri öne çıktığından beri, anne olma eylemi arka plana itiliyor.
Artık çocuklar ayak bağı, boş vakit canavarı, vücut deformasyon sebebi olarak görülmeye başlandı.
Peki neden kadın olduğumuz için dünyanın etrafımız da döndüğüne bu kadar inandırılırken, kadını erkekten ayıran en önemli vasfı doğurganlığı bir utanç meselesi haline geldi?
Eskiden dört beş olan çocuk sayısı neden rica minnet bir çocuğa düştü?
Kapitalizm Han Hazretleri böyle buyurdular efendim.
Derhal yayınlanan Divan-ı Hattı Hümayün (!) ile "kadınların daha çok çalışması, çalıştığı parayı daha çok yerde harcaması, harcarken ve çalışırken çok yorulduğu için anne olma oranının tez elden düşürülmesi gerektiğine" hükmettiler.
Çünkü kapitalizm sömürür!
Emeği ve senin iliğini sömürdüğü ölçüde kapitalizm yaşamına devam edebilir.
Sonra derki;
- al sana Anneler günü!
- Kutla ama bizi de gör azizim. Tabak al tost makinası al evde robot vardır ama sen bir daha al al al al...
- ne ile alayım hepsi para demek!
- git çalış al, onu da mı ben söyleyeyim?
***
Babaannem ile büyükbabam bir sokak aşağımız da otururlardı. Onların bahçesi bizimkinden büyüktü...
Bayılırdım onlar da kalmaya.
Bütün torunlar neredeyse o evde kalmak isterdik. Değişik bir tılsımı ve huzuru vardı o evin.
Soba olan tek odaya babaannem yer yatağı yapar hepimiz o yatakta birlikte uyurduk.
İki sedir vardı birine babaannem diğerine büyükbabam yatar saatlerce konuşurlardı. Ne konuşurlardı bilmiyorum ama gün içinde işten güçten bir araya gelemeyen bu insanlar akşam olunca hasret giderirlerdi...
Oysa büyükbabam zorla evlenmiş babannemle. Ama zaman aralarında ki muhabbeti hep artırmış.
Şimdi üç gün sonra mahkeme kapısında soluk alan kadınları gördüğüm de hep aklıma kendisini sevmeyen adamla evlenen babaannemin o adamı nasıl kendine meftun edişi geliyor. Büyükbabam onsuz yemek bile yiyemezdi...
Kadınlara sağlanan adı da "pozitif ayrımcılık" olan saçmalık, günümüz kadınlarının toplumsal çöküntüye yol açmasını sağladı.
Tek taş saçmalığı ile başlayan süreç duş kabinine dantelli örtü ile devam ediyor. Adam seni sevdiği ve evlenmeye karar verdiği için neden sana pahalı bir yüzük alsın ki?
Toplumsal cinnet noktasına gelmiş durumdayız bu konuda.
İki insan evlenmeye karar verdiği an onları nasıl delirme noktasına getiririz diye harekete geçen gizli bir düzen var resmen. Mutluluğunu bozmaya çalışıyolar sanki seni sınıyolar böyle. Güçlü olup sınavı geçersen sakin bir hayatın olabilir.
Gelin başı diye bir saçmalık var ellere şenlik. "Sevdiğin kadınla evleniyorsan sülalenin tüm karılarının saçlarını da sevmek zorundasın" diyip hepsinin parası da erkeğe gömülüyor.
Salon takımı alana oturma odası takımı da gerekiyor. Çay makinası nedir kurban olduğum? Başında fiyonk olan çay kaşıkların olmasa o çay içilemeyecek mi bacım?
Borç harç için de evlenen çiftler dört beş ay sonra biz yapamadık diyip mahkemeye koşuyor.
Aynı garabet orada da devam ediyor. Böyle kadınlara bide çocuk olmasa bile nafaka bağlanıyor. O kadın da utanmadan o nafakayı talep edebiliyor.
Erkeklere cüzdan muamelesi çeken kadınlar "prenses" hissedebildikleri sürece erkeklere bulaşmıyor. Ne zaman prenses omadığı gerçeği ile yüzleşse süpürge o kapının arkasından çıkıveriyor.
Evlenirken bile "evcilik" oyunu tarzında evlenen kadın, bütün evini masal dünyası tadında döşemek istiyor. "Bir daha mi evleneceksin yapsın tabii" şeklin de toplumsal baskıyıda unutmamak lazım...
İki insan evlenirken birlikte karar alıyor, herhangi bir baskı altında kalmadan. Düğün masraflarının da %90'ını erkek çekiyor. Buna rağmen kendisi istemese bile boşanma gerçekleştiğinde bir de kadına nafaka adı altında haraç ödemesi gerekiyor.
Bir kadın hiçbir sınır tanımadan bir erkeği aşağılayabiliyor, küçük düşürebiliyor, hakaret ve küfür edebiliyor. Ama o erkek sinirine yenik düşüp o kadına "aptal" bile dese sosyal linçe maruz kalıyor.
Aynı şey fiziki şiddet için de geçerli. Bir kadın erkeği fiziki ya da psikolojik şiddete maruz bıraktığında o erkek katlanmak zorunda, ama kadına en ufak bir itekleme bile yapsa erkek hapis cezası alıyor.
Hatta yapmasına da gerek yok. Kadının "bu beni itti, bana şiddet uyguladı" demesi yeterli. Bunu ispatlaması bile gerekmiyor.
Durum böyle olunca "eski eş vahşeti" diye bir sürü haber dönüyor her gün kanallarda...
Ya hu kılavuz "Merhamet" olmalıyken neden onu değil, hırslarımızı baz alıyoruz?