2016 yılı Temmuz başlarıydı...

Hepsi inançlı ve düzgün gençlerdi, nasıl böyle düşünebiliyorlardı? Duruma biraz küsmüş ve biraz da kızmıştım.

— Suriye diye bir ülke olabilir ama Suriyeli diye bir milletin varlığını kabul etmemiz çok saçma. 90 yıl önce, birlikte Çanakkale'de şehid düştük. Misakı Milli denen yemini beraber hazırladık.

Şimdi bizi yok etmek isteyenlerin çizdiği sınır ve onların ağzı ile konuşma durumunu ben kabul edemem.

Biz müslümanız. Ensarımız da, muhacirimiz de bizim. Hiç kimse bir Müslümanı, ensar olmak şerefinden alıkoyamaz...

— Ama Abi... Onlar orada birbirlerini yiyorlar. Burayı da karıştıracaklar. Hem onlar kendi ülkeleri için savaşmıyorken ben onlar için mi fedakarlık yapacağım.

— Onları kınıyoruz... Bizim onların durumuna düşmeyeceğimiz ne malum.

Allah bu milleti böyle duruma düşürmesin. Bak bizim bekçi Halepli Mahmud anlatıyor işte... Irak savaşından Suriye'ye kaçanları evlerine almamışlar, yemek vermemişler, sahip çıkmamışlar... Şimdi daha beter durumdalar... Bir oğlu İŞİD safında, kızı İŞİD'li biri ile evli. İki oğlu rejim askeri. İki oğlu yanında. Bir kızı daha var ve haber yok, kayıp.

Bu durum bizim için çok mu uzak. Bütün dünya bizim düşmanımız...

...

Bu konuşmayı 15 Temmuz'dan bir kaç gün önce işyerindeki arkadaşlarla yapmıştık. Genelde bana itiraz etmiyorlardı ama tamamen aynı fikirde de değildik.

Meğerse yanılmışım. Bu milletteki cevheri görememiştim ve ümitsizliğe kapılmıştım.

Ya da... Şimdi düşünüyorum da, o kadar mazlum duası almasa idik, acaba yine aynı sonuç mu olurdu?

Hangi emir, silahsız binlerce insanı tankların önüne dökebilirdi ki? Paletlerin önüne gözünü kırpmadan yatan kaç kişi var bu dünyada, başka bildiğiniz var mı?

Hangi umut, F-16'ya levye ile saldırmayı aşılıyabilirdi ki? Düşmanın büyüklüğünün veya gücünün umursamazlığını kim bu dozajda yaşayabilmiştir.

Kurşunları umursamayan o insanları o derece hangi güç hipnotize edebilir ki, mümkün mü?

26 gün boyunca gece uykusuz nöbet ve gündüz uykusuz iş... Hangi vücut dayanır buna? Dayandım. Yaşadım ve yaşadık. Hayal edip anlatırken bile inanılmaz geliyor.

O ruh ve o iman bize ALLAH'ın bir lütfu idi. Aksini düşünemiyorum. O lütfa mazlumların duası sayesinde mazhar olduk.

Dünyanın en fazla sosyal yardım yapan ülkesiyiz. 2002 yılında, 1 milyon dolar için İMF kapılarında dilencilik yapan sefil durumdan, toplanan deprem yardım paraları ile memur maaşı ödeyen bir durumdan ve hazine kasası tamtakır bir durumdan bugün 31 milyar dolar sosyal yardım yapabilen bir ülke durumuna geldik. Şükürler olsun.

Şimdi bu hale gelmişken, bankaların hortumlandığı, yüzde yüz enflasyonlarla boğuştuğumuz ve laik kamusal alan hortlaklarının olduğu o dönemlerin özlemiyle "tamam" diyen varsa kanı kurusun.

Yalnız ve yapayalnız da kalsak, bütün dünya karşımızda da olsa, Allah yanımızda, inanıyorum ve biz de HAKK olanın ve mazlumun yanındayız... Bundan daha ötesi var mı?

Bu hal, ahval ve hareket üzere bu yolda yürümeye "devam" diyorum. Nokta.

Selam ve dua ile.