Kriter Dergisi'nin 1978 yılında hangi ayında çıktığını bilmediğim bir sayısında, FETÖ'nün adının FETÖ değil "hizmet hareketi" olduğu o dönemlerde, Ankara Hukuk Fakültesi mezunu bir akrabam ilk "Haşhaşi" benzetmesini yapmış bu örgüt için.
Yine aynı akrabam sonra ki dönemlerde, İzmir'e insanları vaaz dinlemeye götürmek için otobüs organizasyonu yapmaya başlamış, babam anlatır.
15 Temmuz gazisi oldu aynı kişi...
Buradan kendisine hürmetlerimi sunduğum ve okuyacağından emin olduğum abim, toplum olarak nasıl bir travma atlattığımızın özeti gibiydi. Algı operasyonlarının en baba benim diyenleri bile nasıl çemberine aldığını "ne istediniz de vermedik" noktasına nasıl getirdiğinin özeti gibi yaşadıkları.
O dönemler öyleydi çünkü, bizim milletimiz gofret ambalajında Arapça harf var diye yerden kaldıran, Kuran'ın nerede hangi ayetinde yazdığını bilmese bile "kapıya gelen çevrilmez" diye iman eden insanlardı. Aksi şekilde düşünebilmeleri mümkün değil, Anadolu insanıydı bunlar.
Namaz kılan genç gördüklerinde mutlu olur bizim insanımız sayısı artsın ister, devlet kademesi abdestli olsun, gönülden demesin ama "Allah" desin ister öyleyiz biz, öyle gördük.
Belkide bu yüzden 2010 referandumun da köy köy dolaşmaları bize abes gelmedi "nedir bu iştah arkadaş sizin çıkarınız ne?" diye kimse sormadı. Ortada "Allah" diyen varsa ondan zarar gelmezdi, öyle öğrettiler bize.
15 Temmuz'dan bir kaç gün sonra markette sıra beklerken, market sahibinin "yav gadaş ben ne bileyim bunların böyle olduğunu benim dükkana geleni ben hiç boş göndermedim ki" dediğini hiç unutmuyorum.
Şu saflığın üzerine tank sürmüş olmaları çok kanıma dokunuyor.
Uzun bir vicdan yürüyüşüne çıktık o günden sonra, tankın önüne dururken "nasıl düştüm bu hataya" dedik, nöbetlere her gece koşarken "gazete almasaydım keşke ayıp olmasın diye keşke evet demeseydim" dedik.
Ama ülkeyi yine düşürdüğümüz yerden, liderimiz ile birlikte biz kaldırdık.
"Ne istediniz de vermedik" sözü adeta bu toplumun hayıflanma feryadıydı. "Üniversiteye yer istediniz verdik, yurt dışında okul açacağız dediniz yardım ettik..." diye devam eden bu serzeniş bir toplumun şapkasını önüne koyuşunun en üst perdeden dile gelişiydi.
Şu günlerde en çok "Fetö fetö değilken fetöye fetö diyen efsane nesil" olmak ile övündüğümü fark ettim. Bunda övünülecek bir şey olmadığını gizliden gizliye "ben size demiştim" enaniyeti yaşadığımı da fark ettim.
Daima suçlu arayan, "ben dediydim" en çok kullandıkları cümle olan, "şu şöyle davrandı bunlar ondan oldu" diyen, önyargılı ve peşin hükümlü, en önemli özellikliği boşluk doldurma çabası içerisine girmek olan üstelik apar topar, bu uğurda habire adam eksilten, kolaylıkla adam yaftalayacak bir etiketi de hemen yanında bulunduran adamlar ile aynı safta olduğumu fark ettim.
Niyetim bu olmasa bile toplumsal konum olarak yanlış yerde duruyorum, hastalıklı bir ruh hali bu Allah beni affetsin...
Yine aynı akrabam sonra ki dönemlerde, İzmir'e insanları vaaz dinlemeye götürmek için otobüs organizasyonu yapmaya başlamış, babam anlatır.
15 Temmuz gazisi oldu aynı kişi...
Buradan kendisine hürmetlerimi sunduğum ve okuyacağından emin olduğum abim, toplum olarak nasıl bir travma atlattığımızın özeti gibiydi. Algı operasyonlarının en baba benim diyenleri bile nasıl çemberine aldığını "ne istediniz de vermedik" noktasına nasıl getirdiğinin özeti gibi yaşadıkları.
O dönemler öyleydi çünkü, bizim milletimiz gofret ambalajında Arapça harf var diye yerden kaldıran, Kuran'ın nerede hangi ayetinde yazdığını bilmese bile "kapıya gelen çevrilmez" diye iman eden insanlardı. Aksi şekilde düşünebilmeleri mümkün değil, Anadolu insanıydı bunlar.
Namaz kılan genç gördüklerinde mutlu olur bizim insanımız sayısı artsın ister, devlet kademesi abdestli olsun, gönülden demesin ama "Allah" desin ister öyleyiz biz, öyle gördük.
Belkide bu yüzden 2010 referandumun da köy köy dolaşmaları bize abes gelmedi "nedir bu iştah arkadaş sizin çıkarınız ne?" diye kimse sormadı. Ortada "Allah" diyen varsa ondan zarar gelmezdi, öyle öğrettiler bize.
15 Temmuz'dan bir kaç gün sonra markette sıra beklerken, market sahibinin "yav gadaş ben ne bileyim bunların böyle olduğunu benim dükkana geleni ben hiç boş göndermedim ki" dediğini hiç unutmuyorum.
Şu saflığın üzerine tank sürmüş olmaları çok kanıma dokunuyor.
Uzun bir vicdan yürüyüşüne çıktık o günden sonra, tankın önüne dururken "nasıl düştüm bu hataya" dedik, nöbetlere her gece koşarken "gazete almasaydım keşke ayıp olmasın diye keşke evet demeseydim" dedik.
Ama ülkeyi yine düşürdüğümüz yerden, liderimiz ile birlikte biz kaldırdık.
"Ne istediniz de vermedik" sözü adeta bu toplumun hayıflanma feryadıydı. "Üniversiteye yer istediniz verdik, yurt dışında okul açacağız dediniz yardım ettik..." diye devam eden bu serzeniş bir toplumun şapkasını önüne koyuşunun en üst perdeden dile gelişiydi.
Şu günlerde en çok "Fetö fetö değilken fetöye fetö diyen efsane nesil" olmak ile övündüğümü fark ettim. Bunda övünülecek bir şey olmadığını gizliden gizliye "ben size demiştim" enaniyeti yaşadığımı da fark ettim.
Daima suçlu arayan, "ben dediydim" en çok kullandıkları cümle olan, "şu şöyle davrandı bunlar ondan oldu" diyen, önyargılı ve peşin hükümlü, en önemli özellikliği boşluk doldurma çabası içerisine girmek olan üstelik apar topar, bu uğurda habire adam eksilten, kolaylıkla adam yaftalayacak bir etiketi de hemen yanında bulunduran adamlar ile aynı safta olduğumu fark ettim.
Niyetim bu olmasa bile toplumsal konum olarak yanlış yerde duruyorum, hastalıklı bir ruh hali bu Allah beni affetsin...