Hiç kimsenin taa gözlerinin içine bakıp gülümseyemiyoruz. Kaçıyoruz gözlerimizi uygun adım marş eşliğinde. Nereye kadar kaçarırsak hislerimizi en karlı biziz zannediyoruz. Ankara bürokratları kadar resmi bakan gözlerimiz bile sanki biraz şey...
Kahkahalarımız mesela;
Dışarıya doğru bırakılması gereken baraj suyu gibi değilde, içeride saklanması gereken dert muamelesi yapıyoruz onlara. Utanıyoruz her desibelinden sesimizin ve her desibelini ayrı sandığa koyup saklama ihtiyacı hissediyoruz. Sesimizin tınısı bile sanki biraz şey...
Cesaretlerimiz mesela;
Çok deli cesaretlerimiz olduğundan o kadar emin ve vakur gidiyoruz ki tüm dertlerin üstüne. Her derdin kapısını çalmaktan korkup geri dönüyoruz gerisin geriye. Halının altı bile kesmiyor onları saklamak yüzleşmemek için. Cinayeti işleyip, mezarı kendi elleri ile kazıp, cesedi gömen ve hiç öyle bir şey olmamış gibi hayatına devam eden katil gibi davranıyoruz. Sorumluluk duygularımız bile ne bileyim sanki biraz şey...
Korkularımız mesela;
Bütün hikayeler de ejderha ile savaşan tek kahramanın biz olmadığını bildiğimiz, aslında "olmak" fiilinin bile bizde tam manası ile tekamüle ermediğini fark ettiğimiz için foyamızın ortaya çıkmasından en çok biz korkuyoruz. Korkularımızın adını koyarken bile "ulan ben olmadım ve olduramayacağımı bildiğim herşeyden çok korkuyorum" deme korkusunu bile yenemiyoruz. Korkularımızın sıralamasını yaparken bile kendimize yaptığımız iki yüzlülük sanki biraz şey...
Çünkü biz sanki biraz şeyiz galiba...
***
Modern insanın ölümle kavgası tüm hızı ile devam ediyor.
Eski efsanelerde ölümsüzlüğü arayan kahramanların yerini deney fareleri,
Ab-ı hayatların felsefe taşlarının yerini formüller alması o kadar acıklı ki.
En azından eskiden ölümsüzlük arayışının sonu hamlıktan olgunluğa, isyandan kabullenişe, karanlıktan aydınlığa doğru giden bir kutlu yürüyüşü içinde barındırırmış.
Şimdi ölümsülüğü ararken maaşları ödenen bilim adamları ilaç ve vahşet kokan labaratuarların da kasvetli bir hayatın formülleri üzerinde çalışıyor.
Bedri Gencer'in dediği gibi: "modernizm şeylerden hikmetin ayrıştırılmasıdır".
Hikmeti neyden ayrıştırırsan geriye laboratuarlar ve fareler kalıyor.
Ve biz burnumuzda kesif ilaç kokusu ile ölmeden önce "bende güzel yaşadım be" demek için yırtınıyoruz.
***
Ve siyaset...
Camileri ahıra çevirip ezanı Türkçe okuttular,
Dinsiz nesil için köy enstitüsünü kurdular,
Mahyalara "varol İnönü", "fitre teyyarenindir" yazdırdılar,
İkna odalarını kurdular,
Başörtüsü serbest olunca anayasa mahkemesinin önüne çadır kurdular,
Ramazanda (seçim geliyor diye), vekillerine "bugünler de içki pek içmeyin" diye genelde gönderdiler...
Şimdi utanmadan çıkmış "ak partiye oy vermek günahtır" diyor.
Aynı adam "rakıyı susuz içmem" diye gerine gerine açıklama yapmıştı.
Ayık kafa ile çıkartın bari kürsüye bu nedir arkadaş!
Eski efsanelerde ölümsüzlüğü arayan kahramanların yerini deney fareleri,
Ab-ı hayatların felsefe taşlarının yerini formüller alması o kadar acıklı ki.
En azından eskiden ölümsüzlük arayışının sonu hamlıktan olgunluğa, isyandan kabullenişe, karanlıktan aydınlığa doğru giden bir kutlu yürüyüşü içinde barındırırmış.
Şimdi ölümsülüğü ararken maaşları ödenen bilim adamları ilaç ve vahşet kokan labaratuarların da kasvetli bir hayatın formülleri üzerinde çalışıyor.
Bedri Gencer'in dediği gibi: "modernizm şeylerden hikmetin ayrıştırılmasıdır".
Hikmeti neyden ayrıştırırsan geriye laboratuarlar ve fareler kalıyor.
Ve biz burnumuzda kesif ilaç kokusu ile ölmeden önce "bende güzel yaşadım be" demek için yırtınıyoruz.
***
Ve siyaset...
Camileri ahıra çevirip ezanı Türkçe okuttular,
Dinsiz nesil için köy enstitüsünü kurdular,
Mahyalara "varol İnönü", "fitre teyyarenindir" yazdırdılar,
İkna odalarını kurdular,
Başörtüsü serbest olunca anayasa mahkemesinin önüne çadır kurdular,
Ramazanda (seçim geliyor diye), vekillerine "bugünler de içki pek içmeyin" diye genelde gönderdiler...
Şimdi utanmadan çıkmış "ak partiye oy vermek günahtır" diyor.
Aynı adam "rakıyı susuz içmem" diye gerine gerine açıklama yapmıştı.
Ayık kafa ile çıkartın bari kürsüye bu nedir arkadaş!