Çok severek dinlediğim bir şarkı var. "Eksik bir şey mi var hayatımda" diye başlıyor. Şarkıyı Ali Atay söylerken insanın içinde hayatında olan eksiklere karşı isyan etme isteği olurken, Hüsnü Arıkan aynı şarkıyı söyleyince "aman canım ya eksikse eksik" hissi oluşuyor.
Bir şeyi söylerken o şeyi nasıl söylediğimiz, karşı tarafta nasıl yankı bulduğu çok önemli bu açıdan.
Şu günlerde sosyal medyada kullanılan üslubu ilgiyle izliyorum. İnsanlar normal hayatta birbirlerinden çakmak istemeye çekinirken klavyelerini bordoya boyayıp saldırmaktan hiç çekinmiyor. Yine bazı kişiler ise kendilerini hep "öğüt" veren zümreden görüyor.
Oysa bu işin bir üslubu bir düzeni olmalı diye düşünüyorum. Yine orada imdadıma mübarek Kur'an yetişiyor.
Taha 44. ayette kafirlere karşı olması gereken üslubun sınırlarını "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer, korkar" ile belirlerken, biz mümin kardeşimiz konusunda bile bu hassasiyeti göstermiyoruz. Sanki muhataplarımız mümin kardeşlerimiz değil gibi hareket ediyoruz.
"Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır." diye apaçık emir varken, "ne desem de filancayı aşağı çeksem" diye insanlar birbirleri ile yarışıyor.
Yine Bakara 263. ayette "Tatlı ve güzel bir söz, bir ayıp örtme ve kusur bağışlama, peşinden gönül incitici hareket gelen bir sadakadan daha hayırlıdır." diyerek latif ve naif olmanın Allah katında ne kadar önemli olduğuna vurgu yapılıyor.
Küfür edebildiğin kadar mücadele ettiğin, saldırabildiğin kadar kendini "olmuş" hissettiğin şu ortamda insan harekete geçmeden önce "efendimiz olsa şu durumda ne yapardı" düsturu bize ışık olmalı yön vermeli.
Sahi Efendimiz de kendisine küfür edenlere küfür edip "onların anladıkları dil bu" der miydi? Ya da kendini haklı çıkarmak için iftiraya başvurup "ama onlar da bana bunu yaptılar" diye savunmaya geçer miydi?
Bir şeyi söylerken o şeyi nasıl söylediğimiz, karşı tarafta nasıl yankı bulduğu çok önemli bu açıdan.
Şu günlerde sosyal medyada kullanılan üslubu ilgiyle izliyorum. İnsanlar normal hayatta birbirlerinden çakmak istemeye çekinirken klavyelerini bordoya boyayıp saldırmaktan hiç çekinmiyor. Yine bazı kişiler ise kendilerini hep "öğüt" veren zümreden görüyor.
Oysa bu işin bir üslubu bir düzeni olmalı diye düşünüyorum. Yine orada imdadıma mübarek Kur'an yetişiyor.
Taha 44. ayette kafirlere karşı olması gereken üslubun sınırlarını "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer, korkar" ile belirlerken, biz mümin kardeşimiz konusunda bile bu hassasiyeti göstermiyoruz. Sanki muhataplarımız mümin kardeşlerimiz değil gibi hareket ediyoruz.
"Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır." diye apaçık emir varken, "ne desem de filancayı aşağı çeksem" diye insanlar birbirleri ile yarışıyor.
Yine Bakara 263. ayette "Tatlı ve güzel bir söz, bir ayıp örtme ve kusur bağışlama, peşinden gönül incitici hareket gelen bir sadakadan daha hayırlıdır." diyerek latif ve naif olmanın Allah katında ne kadar önemli olduğuna vurgu yapılıyor.
Küfür edebildiğin kadar mücadele ettiğin, saldırabildiğin kadar kendini "olmuş" hissettiğin şu ortamda insan harekete geçmeden önce "efendimiz olsa şu durumda ne yapardı" düsturu bize ışık olmalı yön vermeli.
Sahi Efendimiz de kendisine küfür edenlere küfür edip "onların anladıkları dil bu" der miydi? Ya da kendini haklı çıkarmak için iftiraya başvurup "ama onlar da bana bunu yaptılar" diye savunmaya geçer miydi?