Tarihimiz isyanlar ve barbarların saldırıları ile dolu.

Fatih isyan hareketini bastırdıktan sonra "Aç kurt koyuna nasıl koyulursa, İstanbul'a öyle koyuldular" demişti.

Yavuz'un çadırına kurşun atarak başlatılan isyan da kendini ne kadar yalnız hissetti ise, "Eğer er iseniz benimle gelin, yoksa ben yalnız başıma da giderim " diye sitem etmişti.

Koca Kanuni'ye bile isyan ettiler tarihte "bizim bu fesada rızamız yoktur" diyerek fitnenin ateşini söndürmeye çalıştı.

21. yüzyılın başındayız ve milletimiz sıklıkla barbarların saldırısına uğruyor.

İnsanların örgütlenerek, dağlara, mağaralara çekilerek, ansızın şehirlere inmesine, baskınlar yapmasına, insanları öldürmesine eskiden beri eşkıyalık diyoruz.

Bir eşkıya, konumunu nasıl tarif ederse etsin eşkıyadır.

Sen ona yumuşatıp gerilla da desen, özgürlük savaşçısı da desen, hizmet hareketi de desen bu milletin eşkıya tarifi ve ona ne yapılması gerektiği, yazılmış ya da yazılmamış kurallar ile az çok bellidir.

Karşımızdaki insanları birer eşkıya değil de siyasi aktörlermiş gibi tanımlamaya başladığımızda, yüzlerce yıllık gönül yolculuğumuza, kurduğumuz şehirlere, insanla insan arasında tesis ettiğimiz muhabbete zarar veririz.

Nerede bu tanımı yumuşatan varsa şüpheli gözü ile bakmak gerekir.

Hem 20. yüzyılın başında ülkemizi işgal etmek için gelenlerle 21. yüzyılın başında kentlerimizi tahrip etmek için gelenler arasında dolaysız bir ilişki, bir süreklilik de var. Milletimiz, yüz yıl önce hangi sebeplerle vatanın tehlikede olduğunu düşünüyor idiyse, bugün de aynı sebeplerle vatanının tehlikede olduğunu düşünüyor.

Son zamanlar da insanı şaşırtan şekilde metanetli cenazelerini gömen bu insanlar "millet olmanın" ne demek olduğunu yeniden anlamaya başladı.

"Seni Abdulhamid'in yalnızlığına terk etmeyeceğiz" derken, tam da bu sebepten tabutların etrafında kenetleniyoruz.