Eskiden seçim çalışmaları kapı kapı gezen takım elbiseli amcalar tarafından yapılırdı. Gerçi hâlâ bu yöntem devam ediyor olsa bile, dün akşam Erdoğan'ın Twitter'dan gelen sahur davetine yine twitter üzerinden cevap vermesi bizim siyasetçilerimizin de sosyal medya gerçeğini görmeye başladığını gösterdi.

Hatırlarsınız, çok yakın zamanda Facebook Amerika seçimlerini yönlendirdiği gerekçesi ile yargılanmaya başladı.

Her 63 beğeni kişinin %85 oranında hangi ideolojiye ve düşünceye sahip olduğunu saptama konusunda yeterli oluyormuş.

Trump için çalışan Cambridge Analiystica isimli şirket, Facebook ile birlikte hareket edip kullanıcıların önce Trump'ı destekleyip desteklemediğini öğrenmiş.

Trump'ı desteklemeyen kullanıcılara "sandığa gitme qanqa yhaa şu b*ktan düzeni sen mi değiştireceksin allasen" tarzı paylaşımları gösterirken, Trump'ı oy verme potansiyeli olan kullanıcılara "Trump tek umudumuz sarı saçlım mavi gözlüm izindeyiz" paylaşımları ile yönlendirmiş.

Yani her durumda Trump kazanacak, kazandı...

Seçim yaklaştıkça göz farının nasıl sürülmesi gerektiğini iğrenç sivilceli yüzünde 1 saat anlatan Türk fenomenlerin "bu ülkede yaşanmaz abi ya", "herşey yakında İYİ olacak" paylaşımları yaptığını gördükçe bizim ülkemizde de aynı operasyonun devam ettirildiğini görebiliyoruz.

Gezi zamanı hayatımıza giren "Kahrolsun Bağzı Şeyler" sloganı ile büyüyen "Z" kuşağı dediğimiz 1 milyon 585 bin genç bu yıl ilk defa oy kullanacak. 13 yaşında ergenliğin başında umutsuzluk ile 5 yıl geçiren bu gençler neye neden oy vermeleri gerektiği konusunda bilgi sahibi değiller.

Ve bu gençlerin hemen hemen hepsi çok mutsuz? Neden mutsuzsun sorusuna verecek bir cevapları bile yok.

"Kahrolsun bazı şeyler ama ne kahrolsun yavrum?" diye soruyorsun, kendisi de bilmiyor.

İktidar gitsin istiyor ama neden gitmesi gerektiği konusunda bir fikri yok.

Çünkü Z kuşağı senden benden hatta TV'den çok sosyal medya'da zamanını geçiriyor.

Ve bu gençler yaş ve durumlarına göre algı operasyonlarının mağduru oluyor.

Ne yapmalıyız? Sorusunun cevabı bu konuda çok önemli.

30 sene önce "şeytan icadı" dediğimiz televizyon dünyasından uzak durduğumuz için şeytanı istediği gibi yönlendiren bir ana akım medya oluşmuştu. Adamlar "dindarlar kötü ve azınlık" algısı yaparak bir dönemin sosyolojik tabanını yönlendirdi.

Şimdi muhafazakar kesim aynı yanılgıya sosyal medya üzerinden düşüyor. "Gereksiz ve boş beleş" olarak tanımladığı zaman kaybı olarak nitelediği sosyal medyadan uzak durarak, burnunun ucu ile bakarak burada ki potansiyelin başkaları tarafından yönlendirilmesine müsaade ediyor.

Yazıktır...

***

Ramazandan sonra akın akın evlenmeye başlayacak insanlar. Öyle böyle değil bize bayramın üçüncü günü için davetiye gelmişti. Bayramı beklemek bile zul oluyor artık millete.

Güzel şeyler bu heyecanlar, gözümüz yok. Keşke herkes evlense mutlu olsa "cennetten bir bahçe" diye tasvir edilen İslam yuvasının tadını bu dünyada alsa...

İnsanlar artık büyük bedeller ödeyerek bir yuvanın temelini atmaya başladı. "başkası" için yaşayan insan başkası için onca masraf yapıyor.

Evlilik, ev kurmak "eş-dost-akrabalar yesin içsin borçları evli çift ödesin" mantığını işleten gizli bir niyetin kurban arayışı oluyor. Gençler "desinler tarikatına" her yaz toplu halde kurban veriyor.

Osmanlı motifli kocaman davetiyeler ayetler ile süslenirken, "israf etmeyin" ayeti romantik islamcılarda görmezden geliniyor.

"Bir kere evleniyorsun" denilerek tüketmeye sürülmüş "parya" olarak kabul edilen her genç, paramparça olarak bir birlikteliği sürdürme telaşına düşüyor.

"İkisinin de maaşı var, beraber öderler" diyerek aldırılan ya da yaptırılan her masraf "beraber sürünmeye" zemin hazırlıyor.

"Alacaklı" denilen üçüncü kişilerin ortak olması en değerli zamanları alırken, "şu da lazım lobisi" mekanları daralttığı gibi kalpleri de köreltiyor.

Evler "lâzım, alınacak" yargısıyla dolduruldukça, dar geliyor. Bir süre sonra o ev, evli çiftin barınağı olmaktan çıkıp, eşya deposu işlevi kazanmaya başlıyor.

Aslında bu bir boğulmadır.

Fiyonklu çay kaşığını "başkası ne der?" kafası ile evine alan kadın "ben bu çay kaşığı ile mutlu olacak mıyım?" sorusunu kendine sorma genişliğine bile gelemiyor.

Günümüzde evlenme kararı almış çiftlerin üzerinde neredeyse sapıkça bir tüketim baskısı kurulmuş:

Adı;

"Bir kere evleniyorsun?"

Eski insanlar eşyaları "uzun yıllar beraber yaşamaktan mutlu olmayı düşündükleri bir varlık" olarak görmekteydi. Eşya, miras bırakmaktan utanmayacağın yaşam arkadaşlarıydı onlar için.

Eskiden insanlar eşyaları "varlık" olarak görür ve birlikte yaşayacakları eşyalara canlı muamelesi yaparlardı. Yaşlıların belli eşyalardan vazgeçememe sebebi birazda bu sebepledir.

İnsanların bile hızla tüketildiği ve hayatımıza tek tuş ile girip çıkabildiği günümüzde eşyalar "sen kim köpek" muamelesi görüyor.

Fast Food hayatları ayak üstü tüketirken aslında tükenenin biz olduğunu göremiyoruz.