Büyük anneannemle televizyon izlemek çok keyifli olurdu. Televizyon'da ne çıksa çok merak eder duymayan kulağı ile anlamaya çalışırdı. Anlamadığı yerde "hele biriniz gelin anlatın bana bu ne diyor böyle vır vır" diye bir de bizi azarlardı.

Kanalları kendi zaplar durduğu her kanala sesli yorum yapardı. Dansöz çıkan kanala denk gelse "vıyh bu ne millet tümden bozdu" der, TGRT'de evliya filmi açsa "bizim zamanımız da yoktu böyle şeyler maşallah şimdikilere" derdi.

Hayatı gördüğü an ve görüntü ile yorumlamaya çalışırdı.

Alem kadındı...

Ne zaman oturduğu yerden dünyayı, ideolojileri insanları yorumlayanlara denk gelsem aklıma hep anneannem gelir.

Kimliğim itibarıyla islamcı, muhafazakâr, yerli, dindar, anadolulu, mütedeyyin gibi sıfatlarla anılan topluluğun içinde geçti hayatım. Bir gün aniden saçımı maviye boyayıp, binbeşyüzseksendokuz tane piercing takmaya karar vermezsem yine buralarda öleceğim.

Bundan ve bulunduğum yerden şikayetçi değilim...

Ama bu kimliğe sahip olanların da tıpkı hiç sevmedikleri “diğer kimliklerin” sahiplerinde görüldüğü gibi dünyayı dar bir çerçeveden izlemeleri ve bu izlenimlerden edindikleri fikirlerle “muhtarlık” yapmaları canımı sıkıyor.

"Zamanenin bozulması" sorunsalı insanlığın kadim sorunu olmaya devam ediyor.

Heredot’un tarihine baktığınız zaman gençlik elden gidiyor diye serzeniş ile karşılaşırsınız, İbni Haldun’un Mukaddime’sin de zamane insanının sorunlarına çare arar, Şekspir’in Hamlet’inde de insanlık azalırken şehvet, hırs, günah çoğalır.

Tüm dünyada ve zamanlarda böylemiş. Bize özgü değil aslında "eyvah bittik mahvolduk" diyen ve devamlı felaket senaryoları kuran insanların varlığı...

Fatih Terim'in kovulup kovulup geri Galatasaray'a çağrılması, TRT'nin kendine bir türlü haber spikeri bulamaması, armutun dalda kızın balkon da sallanması falan hep zamane gençliğinin suçu gibi bir fantazi sahibi bu tipler.

Devamlı bir söylenme ve tıpkı anneannem gibi oturduğu yerden yorumlama gayreti var...

"Yeter ya hu!" diye isyan etmek istiyorum bazen.

İnsanlık hep böyleydi, habil ve kabilden beri biz hep buyduk zaten. İyilik ve kötülük, zalimler ve mazlumlar, fakirler ve zenginler hep oldu bu yaşlı dünya da...

Evet, tarihin bazı dönemlerinde terazinin kefesi bir tarafa daha ağır bastı; dünya bazen daha siyah, bazen daha beyaz oldu ama hepsi bu. İnsanlığın akışı bu, dünyanın düzeni bu!

Fatih'li sonradan zengin birkaç aile kızlarına baş örtme partisi düzenledi diye mi uzaya araç gönderemiyorum? Kimi delikanlılar At Pazarı’nda oturmaktan keyif alıyor diye mi İstanbul Üniversitesi Yale’nin, Harvard’ın gerisinde kaldı?

Biraz rahatlayın, algılarımız yüzünden hayatı mahvetmeyin.

Camide abdest alan bıyıkları terlemiş ergen gördüğünüz de hayat çok güzel, merdivenler de sigara dilenen gençleri görünce "bu gençlik nereye" diyeceğiz.

Bu hep böyle devam edecek..

Toplumsal sorunlara tıpkı anneannem gibi oturduğumuz yerden söylenerek çare bulamayız.

Yaş ortalaması 50 olan insanların gündemine, hayatı yorumlayışına, sıkıntılarına, buldukları çarelere, vizyonsuzluklarına, yüzdükleri sığ sulara bakınca bende içimden zaman zaman "nereye gidiyor bu yaşlılık" diye geçirdiğim oluyor ama erken ölecekleri umudu ile sabrediyorum :)

Hayat ne eskisinden daha kötü, ne eskisinden daha iyi.

Böyleydik, değişmedik!

Kasmayın!..