Fatih Sultan Mehmed'in kardeş katli için çıkardığı kanunnameyi içimiz sızlasa da anlamaya çalışıyoruz. Ya da Şehzade Mustafa'nın yani kendi öz evladının ölüm fermanını veren Kanuni'ye, mecbur kaldığını bildiğimiz için kızamıyoruz.
Televizyon'da bir film oluyor kötü karakter bile geçmişini bilince gözümüze sevimli gelmeye başlıyor. Ya da köpek adamı ısırıyor da köpeği bile fıtratı böyle diye hoş görüyoruz.
İşte bu uzlaşmacı tavrımıza "empati" deniyor.
Bir koltukta oturduğumuzu ve karşımızda bir kova su olduğunu hayal edin. Kovada olan su senin benim için sadece bir miktar sudur. Ama bir karıncaya sorsanız o su bir okyanus, bir balığa sorsanız vatan, bir file sorsanız "bir bardak içmelik şu işte" diye cevap verir.
"Olayları değerlendirirken kendimizi başkasının yerine koyup onu anlamaya çalışma çabası olmasa ne olurdu acaba?" diye düşünüyor ister istemez insan.
Yani içimizde devamlı tükenmez bir öfkeyle gezdiğimizi, hep haksızlığa uğradığımızı, insanların çok acımasız robotlar olduğuna inandığımızı düşünsenize.
Sosyal bir varlık olarak toplumda kaos çıkmaz mıydı? Öfkeler biriktiren halk bu öfkelerin altında çaresiz kalmaz mıydı? Affetmek denen şeye bahane aramasak çevremizde insan kalır mıydı?
Belki bu yüzden bazı şeyleri aklımızdan çıkartmamak lazım, bilmiyorum...
Yunus olsan bile balığın yutmasından kaçamazsın, Eyyub olsan kurtların kemirmesinden...
Yusuf olsan ilk önce nefsin ile sınanırsın, Meryem olsan iftira gelir seni bulur önleyemezsin...
İsa olmak çarmıha gerilmekten kaçmak için yeterli ünvan değildir, Nuh oldun diye evlatlarının sana itaat etmesini bekleyemezsin...
İmam Azam'sın diye zindana atılmaktan kurtulamazsın, Hüseyin olunca Kerbala'da ölmekten...
Ben düşmem dememek, ben onun yaptığını asla yapmam diye büyüklenmemek, aklı olsaydı da aklını kullansaydı gibi büyük cümleler kurmamak lazım sanırım.
Çünkü insan en çok iddiasından vurulur.
Öyle vurulursun ki bütün tükürdüklerine ekmek banar, üstüne sigarayı da içmez paketiyle yersin.
***
Tanımadığı milyarlarca insan varken, hayatının aşkını bulduğunu söyleyen birisinin, masallara inanmadığını iddia etme şansı var mıdır? Ya da hakkı?
Sadece kendi çocuğunun eğitimini, sağlığını, başarısını dert edinen birinin, çocuk sevgisinden bahsetmeye yüzü olabilir mi? Ya da hakkı?
Kendi doğal fotoğrafını değil de, filtrelerden, selfi uygulamalarından geçirdiği fotoğraflarını paylaşan birisinin, gerçek aşkı arayışı var mıdır? Ya da hakkı?
Her gün insanların başına olabilecek en kötü şeylerin geldiği dünyada, kimseye kötülüğü dokunmamış birinin kendini masum ilan etmeye niyeti var mıdır? Ya da hakkı?
Bütün erkeklere potansiyel sapık, bütün kızlara sevişmelik varlık olarak bakanların, iyi niyetlerle evlendiğine bizi inandırma beklentisi var mıdır? Ya da hakkı?
Beş kuruşa aldığı malı, aynen aldığı haliyle on kuruşa satan birinin, emekten yana olmaya hevesi var mıdır? Ya da… Siz biliyorsunuz.
Acıdığı insanlara bakıp, kendi haline şükretmeyi marifet sanan birinin, bencil olmadığını sanmaya,
Kendi hatalarını itiraf edemeyen birinin, bizim hatalarımızı bize kabul ettirmek istemesine,
Zamanı gelince öldüğümüz bir dünyada, zamanın her şeyin ilacı olduğu iddiasına,
Ölen çocuk haberini gözleri dolmadan sunabilen, spikerin kameraya,
Kaybedecek şeyleri olanların, korkusuzmuş gibi konuşmalara,
Sözleri buram buram fesatlık kokanların, parfüm sıkmaya,
Kitap okumayan birinin, “eğitim şart” demeye,
İnsan olamamışların, insan idare etmeye,
Hakkı var mı?