"Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz" emri ile muhatap olduktan sonra bu konuda ne yapabilirim diye düşünmüştüm. O zamanlar hatırı sayılır bir maaşım, başkalarına göre güzel ve rahat bir hayatım vardı.
Ancak ilahi emir açık ve netti, benim bu konuda harekete geçmem en az "namaz kıl" emri kadar israf etme emrini de başımın üzerinde taşımam gerekiyordu.
"Ne yapsam nasıl yapsam" diye düşünürken neleri israf ettiğimi not alayım diye işe koyuldum. İstanbul'da yaşıyordum ve diğer şehirlere göre dezavantajım fazlaydı.
Bindiğim otobüsü, minibüsü, çayı, kahveyi, suyu bile not alarak işe başladım. O kadar çok yere boş yere para gidiyordu ki listeye baktığım zaman şok olmuştum.
Sadece günde iki şişe su alsan dışarıdan, ayda elli lira suya veriyordum. Otobüs yerine minibüs tercih edince ayda yüz liraya yakın ulaşımda israf ediyordum. Evde kahvaltı yapmadan çıkarsam sandviç ya da poğaça falan alıyordum ona da yüze yakın para gidiyordu.
Sorunları ilk ay tespit ettikten sonra çözüm arayışına girdim. Önce kendime bir litrelik kaliteli bir su matarası aldım. Akşam yatmadan evde sandviç hazırladım ya da erken kalktım kahvaltı yapmaya çalıştım. Telefonumda ki bütün yemek sipariş uygulamalarını ve taksi çağırma uygulamalarını sildim. Aylık akbil alıp, otobüs dışında hiç bir şeye binmemeye çalıştım. Böylece ayda üçyüz küsur olan ulaşım masrafımı yüzün altına çekebildim.
Eve o kadar yorgun geliyordum ki bazen tostu bile dışarıdan söylemeyi düşünüyordum. Buna son vermek için pazar günü üç dört tencere yemek yapıp bir kısmını buzluğa atmaya başladım. Buzlukta yemek olsa bile yenilerini yapmaya devam ettim çeşit oranım arttı. Küçük porsiyonlara ayırarak buzlukta sakladığım yemekleri acıkınca ısıtmak kaldı sadece. Ayda yaklaşık dörtyüz küsur gibi bir rakam yemek israfı yapmayarak cebimde kaldı.
Ben bir alışveriş bağımlısıydım. Bunu almasam ölür müyüm diye sormayı öğrendim önce. Dolabım evim tıka basa giyecek ve eşya doluyken ben hala yenilerini göz dikiyor anlık mutluluk yaşamak için dünyanın parasını harcıyordum. Özellikle teknolojik aletlerle tuhaf bir zaafım vardı. SMS ile gelen tüm promosyon mesajlarını engelledim. Alışveriş uygulamalarını telefonumdan kaldırdım. Sırf bi gün lazım olur diye kamp çadırı satın almışım, evet kamp çadırı şaka gibi...
Kredi kartlarımın hepsini kapattırdım. Onunla harcarken ya da taksit yaparken sanki başkasının parasını harcıyor gibi hissediyor insan. Nakit para verince insanın eli bi titriyor yani.
Ha bir de kendime altın hesabı açtırdım. Biriktirdiğim parayı oraya atmaya başladım. Yanlış hatırlamıyorsam o dönem altın fiyatları da arttıkça onbeşbine yakın para biriktirdim.
Kaymakamların döşettikleri lüks odalara, valilerin bindikleri makam araçlarına, milletvekillerinin maaşlarına, otellerin lokantaların israflarına falan oturup hep birlikte kızalım. "Olur mu bu böyle arkadaş" diyelim, diyelim de biz bu işin neresindeyiz?
Namaz kıl, oruç tut hacca git emirleri hayatlarımızda öyle ya da böyle makes buluyor ama "israf etme" emri neden sadece bir öneri gibi kulağımıza geliyor bizi hazırola geçirmiyor?
Bunları sadece bir örnek olması ya isteyince aslında neler oluyoru dedirtmek için anlattım. Herkes kendi için bunu bir yaşam biçimi haline getirebilir.
Sonsuz rahmeti ve sonsuz rızkını önümüze her yaz kış demeden yeniden yeniden taze taze önümüze dökebilen rabbimiz, bize yine de "israf etmeyin" diyorsa onun hatırına en azından bunu uygulamaya geçirebiliriz.
Ancak ilahi emir açık ve netti, benim bu konuda harekete geçmem en az "namaz kıl" emri kadar israf etme emrini de başımın üzerinde taşımam gerekiyordu.
"Ne yapsam nasıl yapsam" diye düşünürken neleri israf ettiğimi not alayım diye işe koyuldum. İstanbul'da yaşıyordum ve diğer şehirlere göre dezavantajım fazlaydı.
Bindiğim otobüsü, minibüsü, çayı, kahveyi, suyu bile not alarak işe başladım. O kadar çok yere boş yere para gidiyordu ki listeye baktığım zaman şok olmuştum.
Sadece günde iki şişe su alsan dışarıdan, ayda elli lira suya veriyordum. Otobüs yerine minibüs tercih edince ayda yüz liraya yakın ulaşımda israf ediyordum. Evde kahvaltı yapmadan çıkarsam sandviç ya da poğaça falan alıyordum ona da yüze yakın para gidiyordu.
Sorunları ilk ay tespit ettikten sonra çözüm arayışına girdim. Önce kendime bir litrelik kaliteli bir su matarası aldım. Akşam yatmadan evde sandviç hazırladım ya da erken kalktım kahvaltı yapmaya çalıştım. Telefonumda ki bütün yemek sipariş uygulamalarını ve taksi çağırma uygulamalarını sildim. Aylık akbil alıp, otobüs dışında hiç bir şeye binmemeye çalıştım. Böylece ayda üçyüz küsur olan ulaşım masrafımı yüzün altına çekebildim.
Eve o kadar yorgun geliyordum ki bazen tostu bile dışarıdan söylemeyi düşünüyordum. Buna son vermek için pazar günü üç dört tencere yemek yapıp bir kısmını buzluğa atmaya başladım. Buzlukta yemek olsa bile yenilerini yapmaya devam ettim çeşit oranım arttı. Küçük porsiyonlara ayırarak buzlukta sakladığım yemekleri acıkınca ısıtmak kaldı sadece. Ayda yaklaşık dörtyüz küsur gibi bir rakam yemek israfı yapmayarak cebimde kaldı.
Ben bir alışveriş bağımlısıydım. Bunu almasam ölür müyüm diye sormayı öğrendim önce. Dolabım evim tıka basa giyecek ve eşya doluyken ben hala yenilerini göz dikiyor anlık mutluluk yaşamak için dünyanın parasını harcıyordum. Özellikle teknolojik aletlerle tuhaf bir zaafım vardı. SMS ile gelen tüm promosyon mesajlarını engelledim. Alışveriş uygulamalarını telefonumdan kaldırdım. Sırf bi gün lazım olur diye kamp çadırı satın almışım, evet kamp çadırı şaka gibi...
Kredi kartlarımın hepsini kapattırdım. Onunla harcarken ya da taksit yaparken sanki başkasının parasını harcıyor gibi hissediyor insan. Nakit para verince insanın eli bi titriyor yani.
Ha bir de kendime altın hesabı açtırdım. Biriktirdiğim parayı oraya atmaya başladım. Yanlış hatırlamıyorsam o dönem altın fiyatları da arttıkça onbeşbine yakın para biriktirdim.
Kaymakamların döşettikleri lüks odalara, valilerin bindikleri makam araçlarına, milletvekillerinin maaşlarına, otellerin lokantaların israflarına falan oturup hep birlikte kızalım. "Olur mu bu böyle arkadaş" diyelim, diyelim de biz bu işin neresindeyiz?
Namaz kıl, oruç tut hacca git emirleri hayatlarımızda öyle ya da böyle makes buluyor ama "israf etme" emri neden sadece bir öneri gibi kulağımıza geliyor bizi hazırola geçirmiyor?
Bunları sadece bir örnek olması ya isteyince aslında neler oluyoru dedirtmek için anlattım. Herkes kendi için bunu bir yaşam biçimi haline getirebilir.
Sonsuz rahmeti ve sonsuz rızkını önümüze her yaz kış demeden yeniden yeniden taze taze önümüze dökebilen rabbimiz, bize yine de "israf etmeyin" diyorsa onun hatırına en azından bunu uygulamaya geçirebiliriz.