Geçenlerde birisiyle tartışmıştım... "Almanya'da taşeronluk yok" demişti kesin bir dil kullanarak. Orada yaşadığını filan anlatmıştı. Şaşırmıştım; "kapitalist bir ülkede nasıl olur da, taşeronluk olmaz?" diye kendi kendime sorular sormuştum...

Her türlü sömürünün kanunlaştırıldığı, meşrulaştırıldığı kapitalizmin bu örnek ülkesinde, bu konu atlanmış olamazdı.

Araştırdım. Evet, Almanya'da taşeronluk yoktu... Sadece tamamen aynı işlevsellikte olan bir "isdihdam kiralama sistemi" vardı... Öyle ya hırsız bu; minareyi çalımışsa kılıfı hazır olmalıydı ve nitekim öyleymiş.

Taşeronluk, sistemde tanımı olan kelimelerden değildir. Kalkıp ta fransızca kökeninden ve binbir türlü farklı uygulamasından yola çıkarak taşeronluk tartışmalarına girmek sadece kısır sonuçlar doğurur... Çünkü taşeron tanımı kanunda "üst üstlenici, alt üstlenici" veya "teknik uzmanlık alanı" gibi terimlerde karşımıza çıksa da, dış hizmet alımından kiralamaya kadar bir çok konu taşeronluk alanına girmektedir.

Sistemde adının ne olduğundan daha çok sistemin adaletli olması esastır. Bazen taşeron olmayan bir sistem, çok çok daha adaletsiz olabilir.

Taşeron sistemde sorulacak en evrensel ve haliyle de en İslami soru şudur:

"Hak gasbı var mıdır?"

İslam, nitelik ve niceliği bilinmeyen bir malın alış verişini yasaklar. Üst üstlenici olarak bir ihale alınmışsa ve taşerona verilecekse, o teşeronun bilgileri ile beraber o ihale alınmalıdır. Yoksa, "ben bu ihaleyi alayım, nasılsa birilerine satarım" mantığıyla alınan işler hak gasbı içerir ve nitelikli dolandıcılık hükmündedir. Temin edilmemiş, yani ihale alınırsa temin edilecek finansmana güvenerek iş almak da yine İslami alışverişe uymaz, caiz değildir.

Bir işin yapılmasında "toplumsal fayda" ilkesi esasınca, işin daha iyi yapanlarına paylaştırılması taşeronluk tanımına girse de, adalet ilkesine uygun olabilir.

Ancak işin tamamıyle daha ucuza başkalarına yaptırılmak ve ihale edilmek suretiyle alınması, fazlası ile adaletsizlik içerir. İslami alım satım esaslarında olması gereken nitelik ve nicelik bilgisi bir yana, İslami kiralama literatüründe, kiralanacak mal ve hizmet için bir emek sarfedilmesi şartı vardır. Emek sarfedilmeyen mal veya hizmetin kiraya verilmesi sahih değildir.

Sadece bağlantılarla, ahbap çavuş ilişkileri ile alınan bir iş, helal değildir; eşitlik ve adalet ilkesine aykırıdır ve hak gaspı içerir.

Devlet ihale kanununda en ucuza iş yapan ve taahhüt eden bir sistem hakimdir. Haliyle, kontrol mekanizmasının zayıf olduğu bu durumlarda, iş teslim edilen memura güvensizlik üzerine kurulan sistemin sonuçları da kendine göre olmaktadır. İhale alanlar ya işi en ucuzundan yapmakta veya ilk ödemeyi alıdıktan sonra ortadan kaybolmaktadırlar. Halbuki olması gereken görev verilen memura güvenmektir... Gerçi devlet, kendi memurunu bizden iyi tanımaktadır ve memurunun ahlaki kalitesizliğini ve çapsızlığını düşünerek böyle bir kanunu çıkarmışsa da, bu memur yine de fazlası ile yolunu bulmakta ve işler de genellikle yapılamamaktadır.

Bu nedenle birinci esas devletin memuruna güvenmesi ikinci esas da kontrol mekanizmasının üst derecede olması gereklidir. Hem kendisine güvenilen memur, memur zihniyeti ile değil, patron zihniyeti ile iş yapar. En azından toplumsan fayda ilkesi gerçekleşir. Denetimle de adalet sağlanır.

Konu teknik fiyatlandırma, mesleki ihtisas listeleri, emek ücretlendirmesi, haksız kazancı önleme ilkesi vb detaylarına girilirse oldukça uzun... Kısa kesiyor ve bir fıkra ile noktalıyorum...
...

Bir inşaatın demir işi, Bayburtlu bir müteahhide; tesisat işi Rizeli bir müteahhide; kalıp ve döküm işi de Ofli bir müteahhide verilir. Ödeme iş bitince alınacaktır. İnşaat bir kaç kat çıktıktan sonra birdenbire yıkılır...

Bayburtlu "gitti demirlerim" diye tepine tepine ağlamaktadır.
Rizeli "bunca tesisatın parasını nasıl ödeyeceğim" diye kara kara düşünerek ağlamaktadır.
Ofli rahattır... "Ula iyiki bu yapiya çimento koymamişum, yoksa şimdi ben de bunlar gibi ağlacak idum."
...

Selam ve dua ile.