İlginç kahramanlarımız ve bir o kadar ilginç siyasetçilerimiz vardır bizim.
Cem Uzan'ın bir demecini okudum da aklıma geldi... İyi bildiğim biridir. Sınıf arkadaşım iki kişi müfettişliğini yapmıştı. Konuşurduk. 2000'li yıllara gelirken, bankalar patır patır batarken, İmar ve Adabank sahibi Cem Uzan da gündemden hiç düşmezdi. Kepez ve Çukurova elektrik ile ve bunların paralarını kendi bankalarında vadesiz tutup, çapraz şekilde diğer bankalarına borçlandırıp bütün şirketleri zarar ediyor gösterirdi. Ayrıca vatandaşa en yüksek faizi de verirdi. Tabii üstesinden gelip ödemesi mümkün olmayan bu yüksek faizleri, genelde ödemezdi. "Uzanlar zorda ve İmar Bankası batıyor" söylentisi vade bozdurmaya yetip te artıyordu. Üzerine oyunlar oynandığı söyleminden yola çıktı ve mağdur edebiyatı ile siyasete atıldı. Motorola'ya meydan okuyan adamdı ne de olsa... Ödemediği 280 milyon dolar borç yüzünden devlet 4 milyardan fazla bedel ödedi. Ama olsundu. Ne de olsa Kemalizmi köfte-ekmek ve gazoz denklemiyle basitleştiren bir kahramandı.
Aslında Cem Uzan, Ecevit figüründe ne eksik ise onu tamamlamaya çalışmıştı.
Karaoğlan Ecevit, Kıbrıs Fatih'iydi. İngiltere'den apar topar gelip, Erbakan ile koalisyonu bozup, harekatı durdurmasa bugün adanın tamamı bizde idi gerçi de, ama olsun... Karaoğlan'a Kıbrıs fatihliği yakışıyordu. Hem şiir de yazmaya çalışıyordu. İlkokul seviyesi de olsa şiir, şiirdi. Duygusal olduğu kadar çok ta dürüst ve namuslu idi. Her geldiğinde stokçular köşeyi dönerdi. Stokçu sektörünü geliştirmişti. En sonuncusunda hortumcular köşeyi dönmüştü ama yine olsun. En azından bir sektör kalkınmıştı. Hem yüzde 70'i chp'nin olan İş Bankasının verdiği vereceği bütün kredilerin asıl onayı kimden geçiyordu. Koç ile hem kavga edip hem de kredi verdirmiyor muydu? Ne de olsa arasıra geri ödeme yapan birine de kredi ödenmesi lazımdı. Hem kamu bankaları döneminde her yıl 4 milyar dolar zarar yazmıyor muydu? Kamu hizmetine kredi idi onlar... Ah bir de Osmanlı Veziri dedesinin Mısır'daki 4 milyar dolarlık servetini Türkiye'ye getirebilseydi... Ah namuslu fakir kahraman karaoğlan... Şimdi kabir, Allah'a meydan okunacak yer mi? Laik, demokrat ve çağdaş kahraman...
Bir de kitapçık pası alıp orta yaptığı Ahmet Necdet Sezer vardı. Adaletli, haşmetli, vakur ve eski Anayasa Mahkemesi Başkanı. Laik, demokrat ve irtica ile savaşın yılmaz kahramanı... Güzel rol de yapardı. Ramazana saygı anlamında bize düşman yabancıları empati ile anlatmak adına iftarda rakı veya şampanya içerdi. Kırmızı ışıkta durup, orada bekleyen gazeteci ordusuna "çaktırma panpa" tarzı poz verirken aklı aslında, İzmir'e gönderdiği uçakta idi. Devlet uçağı önemliydi. Şu rakı masasına balık almaya giden devlet uçağı.
Şimdi bir şaşırmışlar hengamesidir gidiyor.
Biri "TRT, Diyanet, mahkemeler kapanacak" diyor... Diğeri "şunu şunu şunu kaldıracağım" diyor. Hep kaldırıp kapatıyorlar. Durdurmak istiyorlar. Hele ki tümden şaşırmış sarhoşun biri "bütün yatırımları durduracağım" diyebiliyor ve alkış da alabiliyor. Ne diyelim, alkış alkıştır. Şakşakçı da şakşakçıdır.
Bu arada AKP denen parti hepimizi şaşırtmış durumda tabii. Hani "irtica gelmeyecekti?"
AKP, resmen İrticaya boğmuş ülkeyi. Dün namaz kılana dava açan siyasetçiler de, namaz kılanı sapıkmış gibi haber yapan gasteciler de artık camiden çıkmaz oldu.
Hatta "Camiler babanızın malı mı? Çıkmıyoruz işte" bile diyorlar.
Sahi kimi örnek almışlardı bunlar?
Bilmiyorum. Onlar ben değilim. Benim büyük dedem ve iki kardeşi yani bir kuşak savaşa gitmiş ve dönmemiş... Künyeleri de gelmedi...
Onlardan biri muhtemelen Yıldırım Ordular komutanlığında idi. .. Filistin Cephesinde... Orada Mustafa Kemal ve İsmet beraberler. İngilizler tarihlerinin en kolay savaşlarını kazanıyorlar. İlerliyorlar... Tarih seyrediyor. Bizim kahramanlar seyrediyor. İngilizlerle görüşmeler oluyor ve dünya tarihinin en elîm esir bırakma olayı yaşanıyor. Görüşenlerden biri de İsmet... On binlerce Osmanlı esirinin asitle kör edilip veya ayak parmakları eritilip dünyanın dört bir tarafına bırakılması hikayesi anlatılacak gibi değil... Ama kahramanlarımız sağ salim bize dönüyor.
Sonra... Mustafa Kemal'e "Hadi köyümüze gidelim. Sen Kemal Ağa, ben İsmet Ağa... Bu memleket bizim meselemiz değil" diyen Albay İsmet, tek kurşun sıkmadan giden ve bir süre sonra geri dönen Yunan Ordusunu saklanıp seyretmekle nasıl İnönü kahramanı olmuştu? Sonra bu sırrı ortaya çıkaran Çerkez Ethem'e nasıl kumpas kurulmuştur?
Kahreden bir kahraman olmak bedel ister ve bedava olmaz.
Çanakkale geldi aklıma... Yıldırım Ordulardan hemen önce...
Vaz geçtim... Yazamıyorum gerisini. İçimden taşan öfke harfleri ve kelimeleri boğmak istiyor.
Bana bir ordu verin, bir de savaş... İsterse Çanakkale Savaşına denk bir savaş olsun. Askerlerime "Size ölmeyi emrediyorum" diyebileceğim bir Ordu. İstisnasız hepsi de ölsün zaten.
Neden mi?
Çünkü ben de kahraman olmak istiyorum. Ne de olsa, her kahraman düştüğü yeri yakarmış. Her kahraman cürmü kadar yalanmış.
Sahi kahraman diye neye deniyordu? Acaba, benim savaştan geri dönmeyen dedelerim niye kahraman olmak istememişti?
Neyse... Yalanı olmayan herkese selam ve dua ile.
Cem Uzan'ın bir demecini okudum da aklıma geldi... İyi bildiğim biridir. Sınıf arkadaşım iki kişi müfettişliğini yapmıştı. Konuşurduk. 2000'li yıllara gelirken, bankalar patır patır batarken, İmar ve Adabank sahibi Cem Uzan da gündemden hiç düşmezdi. Kepez ve Çukurova elektrik ile ve bunların paralarını kendi bankalarında vadesiz tutup, çapraz şekilde diğer bankalarına borçlandırıp bütün şirketleri zarar ediyor gösterirdi. Ayrıca vatandaşa en yüksek faizi de verirdi. Tabii üstesinden gelip ödemesi mümkün olmayan bu yüksek faizleri, genelde ödemezdi. "Uzanlar zorda ve İmar Bankası batıyor" söylentisi vade bozdurmaya yetip te artıyordu. Üzerine oyunlar oynandığı söyleminden yola çıktı ve mağdur edebiyatı ile siyasete atıldı. Motorola'ya meydan okuyan adamdı ne de olsa... Ödemediği 280 milyon dolar borç yüzünden devlet 4 milyardan fazla bedel ödedi. Ama olsundu. Ne de olsa Kemalizmi köfte-ekmek ve gazoz denklemiyle basitleştiren bir kahramandı.
Aslında Cem Uzan, Ecevit figüründe ne eksik ise onu tamamlamaya çalışmıştı.
Karaoğlan Ecevit, Kıbrıs Fatih'iydi. İngiltere'den apar topar gelip, Erbakan ile koalisyonu bozup, harekatı durdurmasa bugün adanın tamamı bizde idi gerçi de, ama olsun... Karaoğlan'a Kıbrıs fatihliği yakışıyordu. Hem şiir de yazmaya çalışıyordu. İlkokul seviyesi de olsa şiir, şiirdi. Duygusal olduğu kadar çok ta dürüst ve namuslu idi. Her geldiğinde stokçular köşeyi dönerdi. Stokçu sektörünü geliştirmişti. En sonuncusunda hortumcular köşeyi dönmüştü ama yine olsun. En azından bir sektör kalkınmıştı. Hem yüzde 70'i chp'nin olan İş Bankasının verdiği vereceği bütün kredilerin asıl onayı kimden geçiyordu. Koç ile hem kavga edip hem de kredi verdirmiyor muydu? Ne de olsa arasıra geri ödeme yapan birine de kredi ödenmesi lazımdı. Hem kamu bankaları döneminde her yıl 4 milyar dolar zarar yazmıyor muydu? Kamu hizmetine kredi idi onlar... Ah bir de Osmanlı Veziri dedesinin Mısır'daki 4 milyar dolarlık servetini Türkiye'ye getirebilseydi... Ah namuslu fakir kahraman karaoğlan... Şimdi kabir, Allah'a meydan okunacak yer mi? Laik, demokrat ve çağdaş kahraman...
Bir de kitapçık pası alıp orta yaptığı Ahmet Necdet Sezer vardı. Adaletli, haşmetli, vakur ve eski Anayasa Mahkemesi Başkanı. Laik, demokrat ve irtica ile savaşın yılmaz kahramanı... Güzel rol de yapardı. Ramazana saygı anlamında bize düşman yabancıları empati ile anlatmak adına iftarda rakı veya şampanya içerdi. Kırmızı ışıkta durup, orada bekleyen gazeteci ordusuna "çaktırma panpa" tarzı poz verirken aklı aslında, İzmir'e gönderdiği uçakta idi. Devlet uçağı önemliydi. Şu rakı masasına balık almaya giden devlet uçağı.
Şimdi bir şaşırmışlar hengamesidir gidiyor.
Biri "TRT, Diyanet, mahkemeler kapanacak" diyor... Diğeri "şunu şunu şunu kaldıracağım" diyor. Hep kaldırıp kapatıyorlar. Durdurmak istiyorlar. Hele ki tümden şaşırmış sarhoşun biri "bütün yatırımları durduracağım" diyebiliyor ve alkış da alabiliyor. Ne diyelim, alkış alkıştır. Şakşakçı da şakşakçıdır.
Bu arada AKP denen parti hepimizi şaşırtmış durumda tabii. Hani "irtica gelmeyecekti?"
AKP, resmen İrticaya boğmuş ülkeyi. Dün namaz kılana dava açan siyasetçiler de, namaz kılanı sapıkmış gibi haber yapan gasteciler de artık camiden çıkmaz oldu.
Hatta "Camiler babanızın malı mı? Çıkmıyoruz işte" bile diyorlar.
Sahi kimi örnek almışlardı bunlar?
Bilmiyorum. Onlar ben değilim. Benim büyük dedem ve iki kardeşi yani bir kuşak savaşa gitmiş ve dönmemiş... Künyeleri de gelmedi...
Onlardan biri muhtemelen Yıldırım Ordular komutanlığında idi. .. Filistin Cephesinde... Orada Mustafa Kemal ve İsmet beraberler. İngilizler tarihlerinin en kolay savaşlarını kazanıyorlar. İlerliyorlar... Tarih seyrediyor. Bizim kahramanlar seyrediyor. İngilizlerle görüşmeler oluyor ve dünya tarihinin en elîm esir bırakma olayı yaşanıyor. Görüşenlerden biri de İsmet... On binlerce Osmanlı esirinin asitle kör edilip veya ayak parmakları eritilip dünyanın dört bir tarafına bırakılması hikayesi anlatılacak gibi değil... Ama kahramanlarımız sağ salim bize dönüyor.
Sonra... Mustafa Kemal'e "Hadi köyümüze gidelim. Sen Kemal Ağa, ben İsmet Ağa... Bu memleket bizim meselemiz değil" diyen Albay İsmet, tek kurşun sıkmadan giden ve bir süre sonra geri dönen Yunan Ordusunu saklanıp seyretmekle nasıl İnönü kahramanı olmuştu? Sonra bu sırrı ortaya çıkaran Çerkez Ethem'e nasıl kumpas kurulmuştur?
Kahreden bir kahraman olmak bedel ister ve bedava olmaz.
Çanakkale geldi aklıma... Yıldırım Ordulardan hemen önce...
Vaz geçtim... Yazamıyorum gerisini. İçimden taşan öfke harfleri ve kelimeleri boğmak istiyor.
Bana bir ordu verin, bir de savaş... İsterse Çanakkale Savaşına denk bir savaş olsun. Askerlerime "Size ölmeyi emrediyorum" diyebileceğim bir Ordu. İstisnasız hepsi de ölsün zaten.
Neden mi?
Çünkü ben de kahraman olmak istiyorum. Ne de olsa, her kahraman düştüğü yeri yakarmış. Her kahraman cürmü kadar yalanmış.
Sahi kahraman diye neye deniyordu? Acaba, benim savaştan geri dönmeyen dedelerim niye kahraman olmak istememişti?
Neyse... Yalanı olmayan herkese selam ve dua ile.