57. Hükümet dönemindeydi. Yani şu meşhur üç silahşörgillerin üçlü koalisyonu... Hani şu 26 bankanın içinden belli kişilerin evlerine hortum döşendiği, deprem yardım paraları ile devlet memuru maaşı ödenirken, İMF'den alınan paralar ile milyon dolarlık prezervatifler alınıp dağıtıldığı dönem işte...
Ayrıca o sıralar "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen embesil rutbeliler de vardı... İşte tam o dönemde, o zamanların yandaş gazetelerinden birinde köşesi olan bir yazar ablanın makalesine çok kızmış ve bir cevap yazmıştım. O zamanlar böyle twitter, facebook gibi oyuncaklar yoktu. Yahoo ya da hotmail mailiniz varsa yeterince bilişim dünyasına hakim sayılırdınız.
Yazdığım mailde en kral cümlelerin nalına da mıhına da vurmuş, 32 bölümlük hikayeyi bir sayfalık manifestoya çevirecek şekilde edebiyat parçalamıştım... Hala yanar dururum o emeklerime. Neyse işte elimden geldiğince okkalı laflar etmiş ve "send" tuşuna basarak göndermiştim.
Aradan iki gün geçmişti... Yazar Ablanın köşesi bana cevaba ayrılmıştı. Benim bulmak için onca çaba sarfettiğim, icad etmek için uğraştığım kelimeleri tersine çevirmiş ve kendine mal etmişti. Bütün kapak sözlerimin namlusunu da bana yöneltmişti.
Köşe yazısı şöyle başlıyordu...
"Gelen çok yoğun tepkiler üzerine..." diye başlayıp sadece benim soru cümlelerimi tersine çevirip, cevaplar yazmıştı.
Bir süre sonra aynısını bir defa daha yaptım. Gıcık olmuştum ablaya...
Yine "Gelen çok yoğun tepkiler üzerine..." diye söze başlamış... Bana ait deyimlerle cevap veriyormuş gibi yapıp kendi bildiğini okumuştu.
Bu yazar ablanın takıntılı ve embesil bir karı olduğunun kararını verip, bir daha muhatap almamıştım... Aslında kafama çok takılmıştı ya, sadece önemsemez gibi yapmıştım.
Sonraları internet köşe yazıları yayınlanmaya başlayınca da okumadım hiç. Çünkü aleyte de olsa onları muhatap aldığımda hep malzeme veriyor ve reklamlarını yapıyordum, yapıyorduk. Biz kendimize bakmalıydık...
Nasılsa "it ürür, kervan yürürdü."
Aradan yıllar geçti... 2014-15 yıllarında bir prodüksiyon şirketinde koordinatörlük yaparken bazı şeylere şahit oldum. Şu malum medyada yani o koca koca gazetelerde va onların kanallarında parasız hiç birşey olmuyordu... Gazetede yazıp köşesi olanlar, televizyonlarda program yapanlar... Hemen hepsi, ya para alıyorlar; ya da para vererek bu işi yapıyorlardı.
O zaman anladım ki bu yazar kabul ettiğim abla, para vererek yazanlardandı.
Ben de param olunca -hiç olmayacağını biliyorum- bir şiir, bir de hikaye kitabı çıkartırım artık. Bir de beyazgundem.com sitesinde yayınlananlar... 200'e yakın köşe yazısı olmuş, bu 500 sayfalık bir kitap taslağı hazır demektir.
İşte anlayacağınız yazar olmak da bedava değil... Para ile. O nedenle ki burada bedava yazıp stres atıyorum. İnşallah şu Marc'a Allah hidayet nasip eder de...Biraz da içimiz rahat olur.
Ayrıca o sıralar "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen embesil rutbeliler de vardı... İşte tam o dönemde, o zamanların yandaş gazetelerinden birinde köşesi olan bir yazar ablanın makalesine çok kızmış ve bir cevap yazmıştım. O zamanlar böyle twitter, facebook gibi oyuncaklar yoktu. Yahoo ya da hotmail mailiniz varsa yeterince bilişim dünyasına hakim sayılırdınız.
Yazdığım mailde en kral cümlelerin nalına da mıhına da vurmuş, 32 bölümlük hikayeyi bir sayfalık manifestoya çevirecek şekilde edebiyat parçalamıştım... Hala yanar dururum o emeklerime. Neyse işte elimden geldiğince okkalı laflar etmiş ve "send" tuşuna basarak göndermiştim.
Aradan iki gün geçmişti... Yazar Ablanın köşesi bana cevaba ayrılmıştı. Benim bulmak için onca çaba sarfettiğim, icad etmek için uğraştığım kelimeleri tersine çevirmiş ve kendine mal etmişti. Bütün kapak sözlerimin namlusunu da bana yöneltmişti.
Köşe yazısı şöyle başlıyordu...
"Gelen çok yoğun tepkiler üzerine..." diye başlayıp sadece benim soru cümlelerimi tersine çevirip, cevaplar yazmıştı.
Bir süre sonra aynısını bir defa daha yaptım. Gıcık olmuştum ablaya...
Yine "Gelen çok yoğun tepkiler üzerine..." diye söze başlamış... Bana ait deyimlerle cevap veriyormuş gibi yapıp kendi bildiğini okumuştu.
Bu yazar ablanın takıntılı ve embesil bir karı olduğunun kararını verip, bir daha muhatap almamıştım... Aslında kafama çok takılmıştı ya, sadece önemsemez gibi yapmıştım.
Sonraları internet köşe yazıları yayınlanmaya başlayınca da okumadım hiç. Çünkü aleyte de olsa onları muhatap aldığımda hep malzeme veriyor ve reklamlarını yapıyordum, yapıyorduk. Biz kendimize bakmalıydık...
Nasılsa "it ürür, kervan yürürdü."
Aradan yıllar geçti... 2014-15 yıllarında bir prodüksiyon şirketinde koordinatörlük yaparken bazı şeylere şahit oldum. Şu malum medyada yani o koca koca gazetelerde va onların kanallarında parasız hiç birşey olmuyordu... Gazetede yazıp köşesi olanlar, televizyonlarda program yapanlar... Hemen hepsi, ya para alıyorlar; ya da para vererek bu işi yapıyorlardı.
O zaman anladım ki bu yazar kabul ettiğim abla, para vererek yazanlardandı.
Ben de param olunca -hiç olmayacağını biliyorum- bir şiir, bir de hikaye kitabı çıkartırım artık. Bir de beyazgundem.com sitesinde yayınlananlar... 200'e yakın köşe yazısı olmuş, bu 500 sayfalık bir kitap taslağı hazır demektir.
İşte anlayacağınız yazar olmak da bedava değil... Para ile. O nedenle ki burada bedava yazıp stres atıyorum. İnşallah şu Marc'a Allah hidayet nasip eder de...Biraz da içimiz rahat olur.