Hanif yani tek tanrılı inancın ilk çağ Ege temsilcilerinden olan Sokrat'a, bir gün genç bir adam gelir. Bir isteği vardır, şöyle der:

- Bilgelik öğrenmek ve irfan sahibi olmak için bir sürü eziyete katlandım, aylarca yol yürüdüm, size geldim. Bana bilgelik öğretin.

Sokrat, gence kendisini izlemesini söyler. Sahile doğru giderler. Sokrat suyun içine de girerek yürümeye devam eder ve öğrenci de onu takip eder.

Durur. Genç adam da yanına gelmiştir. Birden delirmiş gibi ani bir hareketle genç adamın başını tuttuğu gibi suyun içine sokar. Sokrat, güçlü kuvvetlidir. Yılların taş ustasıdır. Genç adam ne kadar uğraşsa da engel olamaz.

Adam suyun içinde nefessiz kalıp kendinden geçince, onu sahile çıkarır, yatırıp bırakır ve evine döner.

Genç adam kendine gelir gelmez, tekrar Sokrat'ın peşine düşer ve bulur.

- Bana bunu niye yaptın?
- Suyun içindeyken en çok neyi istedin?
- Tabii ki hava almayı.
- Eğer birgün hava almayı istediğin kadar bilgelik istersen, peşime o zaman düş.
...

Bakmak ve baktığını görmek için önce istemek gerekir. İstemeyen anlamaz ve anlatamaz.

Rahman Suresi şöyle başlar:

Rahman ve Rahim Allah'ın ismiyle.
Rahman...
Kuran'ı öğretti.
İnsanı yarattı.
O insana anlamayı ve anlatmayı öğretti.
...

Geçen yıl platformumuzun bir kahvaltı programında Bilal Erdoğan ile üçüncü defa birlikteydik. Çok iyi hatırlıyorum, konuşmasına şöyle başlamıştı:

- Bazı konular vardır, herkes o konuda bir şeyler söyleyebilir. Eğitim de bunlardan biridir...

Bilal Bey aslında müthiş bir tevazu gösteriyordu. Çünkü yıllardır eğitim ile iç içe idi. 600 yurt ve 10 binden fazla öğrenci kapasiteli Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı ile neredeyse özdeşleşmişti.

Şimdi bilmeyen bazıları vardır. Açıklamak gerek... Sistem tamamen bağış ile yürüyor. Mesela Kızılay veya daha çok İHH gibi...

Hatta, TÜRGEV'in yan kuruluşu olan bir grupta 2 yıl kampüs idari işler sorumluluğu da yaptım, biraz da oradan biliyorum. Devlete kredi borcu olan özel okullar aynı çatı altında bulunamıyor.

Önce TÜRGEV'i, Reis'in ve ailesinin de katkısı ile uygulanmaya çalışılan sistemi anlatıp sonra mevcut Milli Eğitim'e geleceğim.

Sistemin ana okulu (şimdilik kreş yok) Palet Okulları tarafından yürütülüyor. Türkiye'nin ilk Montessori Eğitim Sistemi orada başladı. Finlandiya ile eş sistemli ve uyumlu bir eğitim hareketini takip ediyorlar.

Montessori demişken bizim ana okulu öğretmenlerini, okulun ilk günü bir sohbette sınava çekmiştim. 
- Biliyorsunuz, Hayy bin Yakzan...
- Hayy bin Yakzan... Bilmiyoruz.

Montessori bilinip de Hayy bin Yakzan bilinmemesi eğitimciler açısından acıydı.
- Robinson Crouse bilirsiniz ama...
- Tabii ki.

Bu daha kötüydü. Robinson Crouse, Hayy bin Yakzan'ın düşünce sisteminden arındırılmış, oldukça kötü, basit ve materyalist bir kopyasıydı.

Maria Montessori şöyle demişti:
"Eğitim öğretmenlerin çocuklara sözcüklerle anlattıklarıyla değil, fiziksel ve sosyal çevrede geliştirdikleri duyarlılıkla gerçekleşir."

Kısaca Palet Anaokulları, her şeye rağmen Türkiye standartlarının çok çok üzerinde. Sakın ha bu okullardan birine yolunuz düştüğünde yere düşen bir çocuk görürseniz, elinden tutup kaldırmayın. Hatta görmezden gelenleri asla kınamayın.

İnsan, düştüğü yerden kendi kalkabilir. Kalkmayı öğrenmeli.

Ortaokul ve lise, değerler eğitimi eşliğinde, zaman olarak neredeyse yarı yarıya atölye ve labaratuvarda geçen bir tedrisat... Benim çalıştığım okulda 17 tane atölye vardı ve lise bölümü de yoktu.

Üniversite ise yeni... İbni Haldun Üniversitesi... Oldukça iddialı.

Geçmiş Milli Eğitim'e gelirsek, herkes biliyor. Kesintisiz, laik demokratik, putperest ve batı özentili...

Önümüzdeki günlerde, inşallah seçimlerde hayırlı bir sonuçtan sonra -bir birleşme yaşanacak- Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı olduktan sonra ne derece özümüzde olacak, göreceğiz. Ama mecburi tarih ve müzecilik içeren bir ders bekliyorum.

Osmanlı Medreselerinin girişinde şöyle bir yazı bulunmaktaydı:
"Burada hiç bir balık uçmaya ve hiç bir kuş yüzmeye zorlanamaz."

Bugün kamu ve özel bir arada baktığımızda, 17 milyondan fazla öğrenci ve 1 milyondan fazla da öğretmen var.

Şuna kesinlikle inanmıyorum. Türkiye'de değil bir milyon, değil yüz bin, on bin adet dahi kaliteli eğitimci olduğuna kimse beni inandıramaz.

Üniversite yıllarım, eğitim okuyanlarla aynı evlerde geçti. Eğitim sektöründe çalıştım. Üniversitelerin orta eğitime hitap eden bölümleri, sadece başka bölümleri tutturamayanlar için bir tercihti. Şimdilerde ara eleman yetiştirmesi beklenen ama tam tersi ara kuşak işsiz yetiştiren mesleki yüksekokullar onlardan bir alt kademede... Aynı durum.

Eğitimde sistematik bir başarı maalesef yok. Belki de başarının sırrı, öğrenimi bir tatil havasına ve eğlenceli hale çevirmek. Ama önce öğretenlerin ve eğitime talip olanların buna göre eğitilmesi gerekiyor.

Ya da eğitimcilere verilen pedagojik uyum eğitiminde bir sakatlık var. Çünkü, öğretmen buradan çıkınca kendini öğretmekle sorumlu tutuyor. Öğretmek...

Halbuki eğitim, öğretilenler unutulduktan sonra aklımızda arta kalanlardan oluşuyor.

Mecburi öğretilenler olmalı. Sabit öğretilenler, kadim doğrular. Belki belli bir yere kadar sınıf, bir noktadan sonra ders veya hocadan mezun olunmalı...

- O mu? Einstein öğrencisiydi.
- Yok o Necip Fazıl'dan şiir dersi aldı.
- Hayır o, Orhan Türkdoğan ile Aborjinler arasında iki yıl kalmış bir sosyolog.

Önce kavramlar netleşmeli belki de... Talabe, öğrenci... Öğretmen, muallim, eğitimci, müderris... Bence günümüzde bu kavram anlamlarındaki kesişmeler hepsinin içini boşaltmış.

İncil "önce söz vardı" diye başlar.
Kuran "OKU-IKRA" diye başladı.

Sonuçta "ilim ve hikmet müslümanın yitik hazinesidir."

İlim konusu tamam da, belki de, esas düşünmemiz gereken...
"Nedir hikmet?" olmalıydı.

Selam ve dua ile.