Gülmek için değil; düşünmek için önce bir fıkra...
...
Bir ülke ki, 2000'li yılların başlarındaki olumsuzlukların hepsi gerçekleşmiştir. Çok büyük bir ekonomik kriz vardır.
Temel, Cemal ve İdris te, haliyle çok ciddi bir biçimde parasızlık çekmektedirler.
Ne yapmak gerekirse yapmaya hazırlar...
Önce İdris fikrini söyler:
"Bir uçak kiralayalum. ABD'ye gidup, New York'u bombalayalum. Onlar da bize savaş açsun. Biz de atom bombası atilduktan sonraki Japonya gibi kalkinalum."
Cemal itiraz eder:
"Ula İdrus... Ne kadar da salaksun.
ABD konsolosluğunu bombalayalum. Onlar buraya gelip savaş açsunlar.
Almanya gibu kalkinalum."
Temel kavuğunu çıkarır, ikisinin de yüzüne savurmaya başlar.
Sinirlenmiş, kızmıştır.
"Ula ikinuz da çok salaksunuz.
Ya savaşı kazanursak... Hepten fakir kaluruz..."
...
Gerçekten ve tam olarak bu algı ile düşündüğümüz günler vardı. Şimdi gülüyoruz... Bir zamanlar, bu mantıktan daha beter bir kompleksin kölesi olan bir toplum halindeydik.
Maalesef...
Dünya, bilinen tüm zamanların en zengin günlerini yaşamaktadır. Tabii herkes değil. Toplam nüfusun yüzde 3'ü, tüm servetin yüzde 95'ini elinde tutmaktadır.
Bu nasıl oldu veya oluyor? Kısa bir makro ekonomik gezinti...
ABD, her sene piyasaya trilyonlarca dolar sürmektedir. Hazine, FED'e para ihtiyacını söyler. Para dijital olarak, misal veriyorum 10 milyar dolar olarak basılmış gibi sisteme girilir. Merkez bankasını oluşturan, hepsi küreselci malum kişilerin olan 5 büyük bankaya dağıtılır. Bunlar da bir sonraki 10 büyük bankaya sendikasyon kredisi açar. Yasal teminatlar tutularak aynı para tekrar piyasaya kredi olarak verilir ve 490 milyar dolar likidite sağlanmış olur.
Kocaman bir sanal "HİÇLİK" eşkıya bir devleti dünyanın karşı konulmaz (?!) gücü haline getirir.
Temel fıkrası şimdi anlam kazandı mı?
Şimdi, aynı konu ile ilgili bir başka detayın başlığı... Ayrıntıların önemi de yok zaten. Ayrıntılar, ağaçtan ormanı göstermemek için bir hikaye...
Kredi derecelendirme kuruluşları... Sahiplerinin de hemen hemen hepsi, ABD Merkez Bankasını oluşturan aileler... SP, Fithc, Moodys... Hepsi küresel gücün koruyucu kılıcı ve haram kesen zorbaları rolündedir. Yüksek faizle para satmak istedikleri ülkelerin kredi notlarını düşürür, borçlandıkları ülkelerin de kredi notunu yükseltirler. Bu basitliğin dışında hiç bir aksiyonları olmamıştır.
Geçtiğimiz günlerdeki SP ve Moody's açıklamalarına böyle bakmak lazımdır.
Hisseyi sat, notu düşür, aşağıdan tekrar al... Silkeledikçe silkele.
Ekonomistler ve kuranlar...
Sakın bana onlardan çok mu biliyorsun demeyin. Bildiğim kadarı bana yetiyor.
"Ekonomide her kuramın tam tersini savunan başka bir kuram daima vardır." Bu söze Churchill şöyle itiraz eder. "Keynes varsa, üçüncü aykırı bir kuram daha vardır..." Yani, karma vahşi kapitalist sistem... Mevcut emperyalist düzen. İlave olarak diyorum ki, materyalist düşünmüyorsan, her zaman bir başka yol daha vardır.
Dünya Ekonomik Özgürlük Platformu diye bir kurum vardır. Bu kurum, her yıl, devletin faaliyet alanı genişliği, mülkiyet hukuku, güçlü para ve serbest ticaret gibi ilkelerle, ülkeler arası bir sıralama yapar... İlk sıralar hiç değişmez. Hong Kong, Singapur, İsviçre, Yeni Zelanda...
Yanisi... Tavsiye edilen ülkeler bunlardır. Acımasız liberalizm. Mikro ülkeler... Sömürülürken hiç zorluk çıkarmayan ülkeler...
Türkiye 2002 yılında borçları ile gelirleri başabaş olan bir ülke idi. Yatırım ve hizmet bitmişti...
Bakın şunu hiç bir zaman unutmayalım. 2007 yılına kadar zerre de olsa ekonomik bağımsızlığımız olmadı.
Ecevit, ekonomist olarak ana kucağındaki bebe zekasında idi. Konuşturmayın beni ve detaya girmek istemiyorum. Örnek çok. Araştırın.
Mesut Yılmaz, zaten taaa Özal zamanında, babası tarafından şirketlerinin batmasını engellemek için işin başından uzaklaştırılıp, devlete kakalanmış, geri zekalı bir kumarbazdı. "Turgut işlerin başında, onu sana verirsem işler batar. Ben sana Mesut'u vereyim" diyen ben değilim, babasıydı.
Bahçeli mi? O zamanlar, ekonomi gibi basit konulara kafa yormuyordu.
Bugün 16 yıl sonra borçlarımız 4 kat arttı.
Gelirlerimiz de, yani ürettiğimiz mal ve hizmetlerin toplamı da 9 kat arttı.
29 çeyrektir aralıksız büyüme gösteriyoruz.
Dünya altın rezervi sıralamasında, derecesizlikten, yani ilk 11'deyiz. (Üçüncü sıra IMF)
Eksiklikler yok mu? Elbette var. Ama başkasının hatasından önce kendimizi düzeltsek.
Mesela, önce kendimiz vergi kaçırmasak.
Mesela, "faiz haram" diyen imam da, biz de kredi ile ev almasak...
Mesela... Uluslararası organizasyonlardan ve istihbarat raporlarından uykuya zaman bulamayan bir Reis, oto cam filmi ve mtv gibi konulara müdahale zorunda kalmasa...
Ve... Devletin işgalcileri, çalıntı sorularla memurluk sınavıyla mertebe yapanlar, ahirete itibar edip işi ehline bıraksa... Belki de en önemli yönü bu...
İstikbal, istiklâle tabidir. İstiklâl biziz.
Biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizi değiştirmez. Nasılsak öyle idare olunuruz.
Kaplumbağa tavşandan hızlı değildir ama azim ve sebat ile tavşanı geçmiştir.
Taşı delen suyun gücü değildir, devamlılığı, istikrarıdır.
İnanacağız ve çaba göstereceğiz.
Dua, kaderi değiştirir. Selam, kardeşliği kuvvetlendirir.
Selam ve dua ile...
...
Bir ülke ki, 2000'li yılların başlarındaki olumsuzlukların hepsi gerçekleşmiştir. Çok büyük bir ekonomik kriz vardır.
Temel, Cemal ve İdris te, haliyle çok ciddi bir biçimde parasızlık çekmektedirler.
Ne yapmak gerekirse yapmaya hazırlar...
Önce İdris fikrini söyler:
"Bir uçak kiralayalum. ABD'ye gidup, New York'u bombalayalum. Onlar da bize savaş açsun. Biz de atom bombası atilduktan sonraki Japonya gibi kalkinalum."
Cemal itiraz eder:
"Ula İdrus... Ne kadar da salaksun.
ABD konsolosluğunu bombalayalum. Onlar buraya gelip savaş açsunlar.
Almanya gibu kalkinalum."
Temel kavuğunu çıkarır, ikisinin de yüzüne savurmaya başlar.
Sinirlenmiş, kızmıştır.
"Ula ikinuz da çok salaksunuz.
Ya savaşı kazanursak... Hepten fakir kaluruz..."
...
Gerçekten ve tam olarak bu algı ile düşündüğümüz günler vardı. Şimdi gülüyoruz... Bir zamanlar, bu mantıktan daha beter bir kompleksin kölesi olan bir toplum halindeydik.
Maalesef...
Dünya, bilinen tüm zamanların en zengin günlerini yaşamaktadır. Tabii herkes değil. Toplam nüfusun yüzde 3'ü, tüm servetin yüzde 95'ini elinde tutmaktadır.
Bu nasıl oldu veya oluyor? Kısa bir makro ekonomik gezinti...
ABD, her sene piyasaya trilyonlarca dolar sürmektedir. Hazine, FED'e para ihtiyacını söyler. Para dijital olarak, misal veriyorum 10 milyar dolar olarak basılmış gibi sisteme girilir. Merkez bankasını oluşturan, hepsi küreselci malum kişilerin olan 5 büyük bankaya dağıtılır. Bunlar da bir sonraki 10 büyük bankaya sendikasyon kredisi açar. Yasal teminatlar tutularak aynı para tekrar piyasaya kredi olarak verilir ve 490 milyar dolar likidite sağlanmış olur.
Kocaman bir sanal "HİÇLİK" eşkıya bir devleti dünyanın karşı konulmaz (?!) gücü haline getirir.
Temel fıkrası şimdi anlam kazandı mı?
Şimdi, aynı konu ile ilgili bir başka detayın başlığı... Ayrıntıların önemi de yok zaten. Ayrıntılar, ağaçtan ormanı göstermemek için bir hikaye...
Kredi derecelendirme kuruluşları... Sahiplerinin de hemen hemen hepsi, ABD Merkez Bankasını oluşturan aileler... SP, Fithc, Moodys... Hepsi küresel gücün koruyucu kılıcı ve haram kesen zorbaları rolündedir. Yüksek faizle para satmak istedikleri ülkelerin kredi notlarını düşürür, borçlandıkları ülkelerin de kredi notunu yükseltirler. Bu basitliğin dışında hiç bir aksiyonları olmamıştır.
Geçtiğimiz günlerdeki SP ve Moody's açıklamalarına böyle bakmak lazımdır.
Hisseyi sat, notu düşür, aşağıdan tekrar al... Silkeledikçe silkele.
Ekonomistler ve kuranlar...
Sakın bana onlardan çok mu biliyorsun demeyin. Bildiğim kadarı bana yetiyor.
"Ekonomide her kuramın tam tersini savunan başka bir kuram daima vardır." Bu söze Churchill şöyle itiraz eder. "Keynes varsa, üçüncü aykırı bir kuram daha vardır..." Yani, karma vahşi kapitalist sistem... Mevcut emperyalist düzen. İlave olarak diyorum ki, materyalist düşünmüyorsan, her zaman bir başka yol daha vardır.
Dünya Ekonomik Özgürlük Platformu diye bir kurum vardır. Bu kurum, her yıl, devletin faaliyet alanı genişliği, mülkiyet hukuku, güçlü para ve serbest ticaret gibi ilkelerle, ülkeler arası bir sıralama yapar... İlk sıralar hiç değişmez. Hong Kong, Singapur, İsviçre, Yeni Zelanda...
Yanisi... Tavsiye edilen ülkeler bunlardır. Acımasız liberalizm. Mikro ülkeler... Sömürülürken hiç zorluk çıkarmayan ülkeler...
Türkiye 2002 yılında borçları ile gelirleri başabaş olan bir ülke idi. Yatırım ve hizmet bitmişti...
Bakın şunu hiç bir zaman unutmayalım. 2007 yılına kadar zerre de olsa ekonomik bağımsızlığımız olmadı.
Ecevit, ekonomist olarak ana kucağındaki bebe zekasında idi. Konuşturmayın beni ve detaya girmek istemiyorum. Örnek çok. Araştırın.
Mesut Yılmaz, zaten taaa Özal zamanında, babası tarafından şirketlerinin batmasını engellemek için işin başından uzaklaştırılıp, devlete kakalanmış, geri zekalı bir kumarbazdı. "Turgut işlerin başında, onu sana verirsem işler batar. Ben sana Mesut'u vereyim" diyen ben değilim, babasıydı.
Bahçeli mi? O zamanlar, ekonomi gibi basit konulara kafa yormuyordu.
Bugün 16 yıl sonra borçlarımız 4 kat arttı.
Gelirlerimiz de, yani ürettiğimiz mal ve hizmetlerin toplamı da 9 kat arttı.
29 çeyrektir aralıksız büyüme gösteriyoruz.
Dünya altın rezervi sıralamasında, derecesizlikten, yani ilk 11'deyiz. (Üçüncü sıra IMF)
Eksiklikler yok mu? Elbette var. Ama başkasının hatasından önce kendimizi düzeltsek.
Mesela, önce kendimiz vergi kaçırmasak.
Mesela, "faiz haram" diyen imam da, biz de kredi ile ev almasak...
Mesela... Uluslararası organizasyonlardan ve istihbarat raporlarından uykuya zaman bulamayan bir Reis, oto cam filmi ve mtv gibi konulara müdahale zorunda kalmasa...
Ve... Devletin işgalcileri, çalıntı sorularla memurluk sınavıyla mertebe yapanlar, ahirete itibar edip işi ehline bıraksa... Belki de en önemli yönü bu...
İstikbal, istiklâle tabidir. İstiklâl biziz.
Biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizi değiştirmez. Nasılsak öyle idare olunuruz.
Kaplumbağa tavşandan hızlı değildir ama azim ve sebat ile tavşanı geçmiştir.
Taşı delen suyun gücü değildir, devamlılığı, istikrarıdır.
İnanacağız ve çaba göstereceğiz.
Dua, kaderi değiştirir. Selam, kardeşliği kuvvetlendirir.
Selam ve dua ile...