...

- Yarın herkesi Kadıköy'e bekliyoruz.

- Yarın herkes buraya gelecek sayın vekilim. Bu iş CHP'lik iş değil.

- Sakin olun, bu hareketin sahibi CHP'dir.

- Biz sizi buraya bekliyoruz sayın vekilim... Göreceksiniz, tıpış tıpış geleceksiniz...

...

Konuşma biraz daha uzundu. Bunlar aklımda oldukça net şekilde kalan ifadeler.

CHP milletvekilleri Akif Hamzaçebi ve Sezgin Tanrıkulu, tam da Japonya Konsolosluğu'nun önünde kalabalıkla konuşuyor, tartışıyordu. Beşiktaş Çarşı Grubu'nun içinden çıkan iri yarı sarışın delikanlı, milletvekili Akif Bey'e "tıpış tıpış" demişti... Yanlış yazmadım. Yarım metre mesafeden duyduğum sözlerdi bunlar.

31 Mayıs 2013 cuma akşamı, Alman Konsolosluğu önünden itibaren Gümüşsuyu Askeri Hastane arasında ne olduysa hepsine şahit oldum.

O akşam kimsenin öldüğünü görmedim. Panzerler filan kimseyi de ezmedi. İstiklal Caddesi ve Elmadağ tarafını bilmem...

Belçika'daki bir kardeşim, Norveç Televizyonlarında canlı yayın olduğunu söylüyordu. Onunla yazışmıştık bir süre... Yayının yüksek çekimlerinin yapıldığı, meydanın canlı resimlerinin gösterildiği açı o kadar tanıdıktı ki... Birgün önce apartman görevlisinin bahsettiği, "Gazeteci Cüneyt" dediği kişinin garsonyeri bu açıya tıpatıp uyuyordu. 20 Mayıs tarihinde günlüğü bin dolara kiralanmış bir stüdyo daire... Genelde mankenlerin girip çıktığı bu yer, bir Norveç kanalının yayın merkezi olmuştu.

O akşam, Çarşı Grubu gelen polis otobüslerine attıkları taşları normal bir savaşta atsa, o savaş kaybedilmezdi diye düşündüm.

Divan otel... Başlangıçta kapıları açmadı. Arka kapıyı kırarak girdiler. Helikopterle gaz bombaları atılırken o tarafa da 
geçmiştim...

Askılı atletli, kaslı ve uzun sarışın bir kadın vardı dikkat çeken. Üç defa Alman Konsolosluğu'na girip çıkmıştı. Bir defasında takip ettim. O zaman tadilatta olan Opera Otel'in yan binaya gidip geliyordu.

Askeri hastane oldukça erzak yardımı yaptı. Özellikle de su... Bana da nasip oldu.

Divan otel... Başlangıçta kapıları açmadı. Arka kapıyı kırarak girdiler. Helikopterle gaz bombaları atılırken o tarafa da geçmiştim. Kırık kapıyı gördüm. Otel müdürünü dövdüklerini söyleyenler de vardı.

Dolmabahçe Camii... İki gün sonra mevzu olacaktı ama daha o akşam, ayakkabılarla giren de vardı, durdurmaya çalışan da. Üstelik o tarafta polis takibi de yokken...

Ve aslında o akşam birine sözüm vardı. "Kızım" dediğim birine... Komşu kızı Elif'e. Telefonumun şarzı çoktan bitmişti. Saatin geceyarısı olduğunu öğrenip Kabataş'a doğru inerken aklımda bunlar vardı...

Bir kaç saat uyuyup olayın etkisinden kurtulmaya çalışmam lazımdı. Sabah namazı yine ayaktaydım... Kahvaltı yapmadım. Akşamki sözüm aklıma geldi. Elif...

Elif, aşçılık meslek lisesi son sınıfta okuyan, üniversite hazırlık dersanesi parası için garsonluk yapan ilginç ve farklı bir kızdı. Okul ve dersane dışında kalan zamanlarda, nefes almamacasına çalışıyordu. Gerçi elimden geleni yapmıştım onun için... 4 bin lira istenen dersane alternatifine karşılık 1800 liraya bir başka dersaneye kaydını yaptırmıştım. İlk taksidini de ödemiştim. Babası mı? Vardı... Sadece vardı işte...

Gece geç vakte kadar çalışacak ve ona eve dönüşte eşlik edecektim. Unutmuştum.

Sabah çalışacaktı. Onun yanına geçtim. Beni görünce boynuma sarıldı. Alışkın değildim... Kimse yoktu... Çorba getirdi, yerken konuştuk. Akşamdan bahsettim.

- Aman Abi... Çok kötü, ne olacak böyle?

- Bilmiyorum ama bugün ne olacak çok merak ediyorum.

- Ne olur Abi, gitme...

Aslında hiç gitmek istemiyordum ama içimdeki merak dürtüsü o kadar güçlü idi ki... Haberlerde, Taksim Meydana ulaşım sağlayan bütün toplu taşıma vasıtalarının, çalışmayacağını söylüyordu.

Bir süre sonra kendimi Eminönü, Galata Köprüsü derken, İstiklal Caddesinin alt ucunda, dünyanın ikinci metrosunun yanında Tünel denen yerde buldum.

Caddeye her türden insan akın akın geliyordu. Pikniğe gelir gibi gelenler de vardı. Torununu yanına almış gelmiş bir dede vardı mesela. Hiç de slogan atmıyor ve küfürlü konuşmuyordu.

Çok şey oldu ama aslında bütün bunları yazma sebebim olan ayrıntıyı anlatıp yaşadıklarım bölümünü keseceğim.

Suriye Pasajında gaz bombasından korunmak için nefes tutma rekoru kırmaya çalışırken, HDP bayrakları olan bir grupla tanışmıştım. Muhtemelen 20 yaşına gelmemiş çoluk çocuklar. Sigaraları bile olmayan çocuklar. Caddede yan taraflarındaki MHP bayraklılardan sigara istediklerine şahit olduğum çocuklar...

Nereli olduklarını sordum. Memleketlerini onlardan iyi biliyordum. Gazi Mahallesinin sakinlerinden olduklarını öğrendim. Kavga ettiğim, iki gece sabaha kadar alevilik mevzuu tartıştığım, bir alevi babasının adını verdim. Benim kim olduğumu sordular. Cevap... Sigara ikram ettim, hepsi aldı ve liderleri oldum.

O gençler "durun" dediğim her yerde durdular. "Gelin" dediğim her yerde de geldiler. 90'lı yıllarda Güneydoğu Dağları'nda bu çocukların biraz daha eğitimlilerine kurşun sıkmışken, şimdi... Şimdi farklı bir durumdu.

Starbucks önünde bir kız bağırıyordu... Sarı kıvırcık saçları olan güzel de bir kızdı.

- Yapmayın biz yağmacı değiliz. Yapmayın. Bana niye taş atıyorsunuz?

- Gelin, kızı koruyun, dedim...

Korudular.

Saat 17:00 sıraları polis çekilmişti. Meydandaki Rus Generallerin olduğu heykel bütün illegal örgütlerin bayrakları ile dolu idi. HDP bayraklı gençler kendi bayraklarını da asmak istediler. Bu arada bayrak sayesinde beş altı kişiden, yirmi otuz ve daha fazla kişi peşimizdeydi. Oldukça kalabalıktık. Ve ne dersem yapıyorlardı...

Küfür ettirmedim. Yağma yaptırmadım. Bayraklarını da astırmadım. Nasıl mı?

- Bu siyasi bir hareket değil. Heykeldeki bayrakları indirin, dedim.

- CHP'nin bayraklarını indiremezsiniz...

- Önce CHP bayraklarını indirin...

Bayraklar inerken, CHP Kadıköy Gençlik Kolu Başkanı olduğunu söyleyen biri üzerime yürüdü. Arkasında bir kaç kişi daha... İri yarı pehlivan yapılı tiplerdi. Sonra geri çekildiler. Yanımdaki cılız ve ufak tefek çocuklardan biri beni savunmak için sustalı çıkarmış, diğeri belinde tabanca gösteriyordu.

Aslında durumun özeti tek kelime ile buydu... 

Şairin "durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak" dediği yer... Sustalı çıkartılan ve tabanca gösterilen heykelin önü... Ne için, kim için...

Ölümlere bir de bu açıdan bakan oldu mu hiç?

O kadar kolay provake edilebiliyorlardı ki...

Ben ki, amatör biriydim. Ben ki, sadece meraklı biriydim. Yarım paket sigara ile bütün hayatlarını satın alabiliyordum. Biraz da bilgi ve cesaret tabii... Birazcık profesyonel biri bu çocuklara neler yaptırmazdı ki...

Onları orada bıraktım ve kayboldum. Şişli'ye kadar yürüdüm.

Takibeden 16 gün boyunca, yollar kapalı ve meydan işgal altında idi. Beşiktaş'tan, Kabataş'tan yürüyerek Taksim'e çıktım. Eylem için değil. İş devam ediyordu. İlk zamanlar öğlenleri biraz meraktan aralarında dolaştım.

Sonra vaz geçtim. Çünkü, etrafı nefes alınamaz derecede ağır bir kir ve pislik kokusu kaplamıştı.

Aslında devlet onlara hiç dokunmayacaktı da... Bu memleketin çocukları vebadan heba olmasınlar diye bir sabah hepsini temizledi.

Yorum yapmadan yaşadıklarımdan sadece bir kısmı bunlar.

Büyük resme bakmayı, bir sonraki yazıya bırakıyorum...

...

Selam ve dua ile... 

Devam edecek...