Ben onu hiç tanımadım, yani tanışmadım. Tanıyanlar anlattı.

Adı Ayşe. 11 yaşında küçük bir kız çocuğu. 2 yaşındaki Hasan ve 4 yaşındaki Muhammed'in ablası, herşeyi... Gözleri görmeyen, bir kolu, sol kolu olmayan 41 yaşındaki Osman'ın da herşeyi, en canından evladı.

Ben annelerini tanıdım. Bir akşam geç vakit eve dönerken, karanlıkta dağılmış olan pazar yerinde yerlere atılmış çürük sebze ve meyve toplayan iki kişi görmüştüm. Onlardan birini belli etmeden takip etmiş, evlerini öğrenmiştim.

Ayşe'nin annesiymiş takip ettiğim kadın. Evlere temizliğe gidiyor, dükkandan bozma bir buçuk odalı ev denen bodruma bin lira kira parasını biriktiriyormuş.

İki sokak yukarılarındaki fırıncı Sadi Abi ile konuştum durumu. 
- Ekmeklerini olsun benden alırsın, dedim.
- Zaten onlardan çoğu zaman almıyorum. Elemanlara denk gelirse de bekliyor.

Küçük Ayşe çok sevimli bir kız. Bir kaç defa gördüm aslında. Kardeşlerinin peşinde idi.

Ayşe doktor olmak istiyor. Çok ama çok istiyor. İnsanlara faydalı olmak, muhtaç olanları para almadan tedavi etmek ve saygın olmak istiyor. 11 yaşında ve hiç okula gitmemiş. Ama tanıyanlar anlatıyor, çok zeki olduğunu, okuma yazma bildiğini, hem Arapça, hem Türkçe okuyup yazabildiğini ve çok iyi hatta hesap makinesi gibi hesap yaptığını söylüyorlar.

"Bade harab ül Haleb" diye bir şiir yazdığını da söylüyorlar...

Ayşe sabah çok erken kalkıyor. Daha erken kalkan kardeşleri var. Ama önce babasına bakıyor. Babasının ihtiyaçları. Annesi geç geliyor eve... Anne de hasta... Nefes darlığı var, ciğerleri ve anlamadığı bir kaç hastalığı daha var annesinin... Anne evin tek para kazananı... Yetmiyor ama işte komşular sağ olsun, yardım edenleri çok var.

Ayşe'nin bir de ablası var... Var ama belki de yok. Türkiye'ye beraber gelmişlerdi. Sonra kayıp. Bir önceki kirasını ödeyemeyip çıkartıldıkları evde iken, o ev sahibi ile tartıştıkları gün evden çıkmış, gitmiş ve bir daha da geri dönmemişti.

Hasan'ın altı temizlenecek. Muhammed yine sokağa çıktı, ayakkabıları yok. Ayakları çamur. Baba acıkmıştır şimdi mutlaka, ona bir şeyler hazırlaması gerekecek. Hasan eline bir tabak almış, onu teker gibi yapmış oynuyor.

Ayşe tabağı alıp rafa koyuyor. Musluk, leğen, kova... Su yok. İki aydır faturayı ödememişlerdi, şimdi ödendi ve bir kaç güne açılır. İki sokak ötede bir çeşme var. Oradan alıyorlar suyu. Bidon, bidon... İdare ediyorlar.

Baba konusu zor. Ayşe çok güçlü hatta haddinden fazla güçlü bir kız ama baba konusu zor. Şarapnel yaraları olan yüzü, olmayan kolu, temizliği, yemeği, yatırılması, kaldırılması... Bir an bile ihmal edilmiyor. Alışmış Ayşe...

Yemek, temizlik ve ortalığı toparlarken hiç durmuyor. Devamlı hareket halinde. Bazen dalıp gidiyor sadece. İrkilip kendine geliyor.

Sıvası dökük, boyası alacalı duvarda bir resim var. Cumhurbaşkanı resmi... En büyük hayali birgün onunla tanışmak. Bir de bayrak var duvarda evin süsü...

Bugün bayram... Uzaktan baktım kaldıkları yere. Daha doğrusu komşular onlara birşeyler götürdüler ben de gidecektim de son anda vaz geçtim, gitmedim. Sadece izledim.

Bekledim...

Dönen komşular anlattı...

Dün Ayşe'nin ablası gelip gitmiş eve... Yiyecek, giyecek ve para bırakmış. Ayşe çok sevinmiş ama anlayamadıkları varmış.

- Abla niye gitti Leyla Ablam? Annem çok kızdı onun gelmesine... Sonra gitmesine. Sabaha kadar ağladı annem.
- Sormadın mı? Gitme demedin mi?
- Dedim. Peşine düştüm. 'Gelme, takip etme, unut beni, anneme söyleme' dedi ama ben takip ettim ama...
- Ama?
- Taksiye bindi gitti. İki adam daha vardı takside. Bir adam da o bindikten sonra bindi taksiye. Leyla Ablam ağlıyordu.
Hem ağlayıp, hem niye gitti Ablam?
- Kaç yaşındaydı Leyla Ablan?
- Benden az büyük. İki yıl iki ay büyük benden. 
- Sen kaç yaşındasın. 
- 2007 yılı... Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimi olduğu gün doğmuşum. O yüzden çok seviyorum Türkiye'yi... Ablam döner mi? Belki gelecek bayram...

Sonra, cevabı beklerken duvardaki Türk Bayrağına bakıyor. Bakıyor...