Unuttuğumuz kendimizden önce dünyayı sardık nisyan perdesine.
Dünyaya geliş gayemiz ve vazifelerimiz haricindeki meşguliyetler aldı bizi bizden.
Kendimizi bilip Rabbimizi bilmekti gayemiz aslında.
Lakin kendimizle beraber yaratılış hakikati ve yaratıcından da gaflet ettik.
Hâlbuki “Bilinmeklik” iradesiyle var olmuş ve mümtaz bir marifet istidadıyla teçhiz edilmiştik.
Esma-i ilahiyenin tecellisi olan Kevni ayetler üstündeki ehadî turralara bakıp tesbih, tazim ve hamdle tavzif edildiğimizi de unuttuk.
Tevhid delillerinin üstündeki perdelere “La-uhibbül afilin” saykalı vurup vahdet nurlarını toplayamadık.
Neden sonra geceyi de unuttuk sabahıyla beraber.
Leyli ve nehari olan tevhid dellalı bülbüllere yabani olduk.
Gecedeki sükûn ve sükûneti sübhanallah nidalarıyla yırtan bülbüllerin namelerinde ki enfüsi tefekkür davetleri vahşetimiz oldu.
Sabahla beraber uyanan mahlûkatın hamd ve tazimlerini arzeden Zâkirlerin afaki tefekkür davetleri gabavetimiz oldu.
Gecelerimizi suni ışıklar öldürürken, sabahlarımızı dünya meşgalesi ve tembellik katletti.
Nehar’la beraber üzerimize yağan rahmet, yorganlarımızdan geçip gelemedi kalp ve ruhumuza.
Leyl’le beraber gelen sıhhat ve huzur, ışıkların karanlığında kaybolup gitti.
Gecenin sessizliğinde ki enfüsi yolculuğunun mihmandarı Şah-ı Nakşibendi’de, fecrin ihyasında afaki tefekkürün serzakiri Gavs-ı Geylani’de acem oldu akıl, kalb ve ruhumuza…
Hafi zikirle zahir ve batın latifeleri arayan, dinleyen, besleyen rabıta yerine dünya bağlarını ve cazibelerini değiştirdik.
Cehri zikirle beraber nefsin mertebelerini aşıp kemalata uruc etmek yerine gayr-i meşru heveslerin zebunu olduk.
Şehirden uzak dağlar arasında çağlayan bir suyun ya celil ya celil tesbihlerine eşlik eden leyli Zâkirleri dinlemek ve kendimize doğru sessizce enfüsi bir yolculuğa çıkıp vicdanımızın sesini dinlemek lazım…
Gece örtüsünün zevaliyle, âlemin uyanışıyla beraber nehari Zâkirlere eşlik ederek mevcudatı tesbih tanesi yapan aktapların halkasına dâhil olup büyük bir avazla Fettah olan Rabbimize tespih, tazim ve hamd etmek lazım…
“Namaz uykudan daha hayırlıdır” nidasıyla kalkıp rahmet güneşi nefsani karanlıkları yırtıncaya kadar zikr-i ilahi ile meşgul olmak lazım…
Hafi ve cehri zikri enfüsi ve afaki tefekkürde toplayıp kısa, selametli, istikametli ve cadde–i kübra olan nur yoluna revan olup iman hakikatleriyle hemhal olmak lazım...
Kendini, varlığını, yaratılış gayesini ve Rabbini unutan günümüz insanın en büyük korkusunun unutkanlık hastalığı olması ne acı…
Hayatına, ruhuna, kalbine ve bütün hissiyatına bu kadar yabani ve cahil olan günümüz insanının en mühim gayesinin bilgi, ilim ve maddi-manevi gelişim olması ne acip bir tenakuzdur…
Dünyaya geliş gayemiz ve vazifelerimiz haricindeki meşguliyetler aldı bizi bizden.
Kendimizi bilip Rabbimizi bilmekti gayemiz aslında.
Lakin kendimizle beraber yaratılış hakikati ve yaratıcından da gaflet ettik.
Hâlbuki “Bilinmeklik” iradesiyle var olmuş ve mümtaz bir marifet istidadıyla teçhiz edilmiştik.
Esma-i ilahiyenin tecellisi olan Kevni ayetler üstündeki ehadî turralara bakıp tesbih, tazim ve hamdle tavzif edildiğimizi de unuttuk.
Tevhid delillerinin üstündeki perdelere “La-uhibbül afilin” saykalı vurup vahdet nurlarını toplayamadık.
Neden sonra geceyi de unuttuk sabahıyla beraber.
Leyli ve nehari olan tevhid dellalı bülbüllere yabani olduk.
Gecedeki sükûn ve sükûneti sübhanallah nidalarıyla yırtan bülbüllerin namelerinde ki enfüsi tefekkür davetleri vahşetimiz oldu.
Sabahla beraber uyanan mahlûkatın hamd ve tazimlerini arzeden Zâkirlerin afaki tefekkür davetleri gabavetimiz oldu.
Gecelerimizi suni ışıklar öldürürken, sabahlarımızı dünya meşgalesi ve tembellik katletti.
Nehar’la beraber üzerimize yağan rahmet, yorganlarımızdan geçip gelemedi kalp ve ruhumuza.
Leyl’le beraber gelen sıhhat ve huzur, ışıkların karanlığında kaybolup gitti.
Gecenin sessizliğinde ki enfüsi yolculuğunun mihmandarı Şah-ı Nakşibendi’de, fecrin ihyasında afaki tefekkürün serzakiri Gavs-ı Geylani’de acem oldu akıl, kalb ve ruhumuza…
Hafi zikirle zahir ve batın latifeleri arayan, dinleyen, besleyen rabıta yerine dünya bağlarını ve cazibelerini değiştirdik.
Cehri zikirle beraber nefsin mertebelerini aşıp kemalata uruc etmek yerine gayr-i meşru heveslerin zebunu olduk.
Şehirden uzak dağlar arasında çağlayan bir suyun ya celil ya celil tesbihlerine eşlik eden leyli Zâkirleri dinlemek ve kendimize doğru sessizce enfüsi bir yolculuğa çıkıp vicdanımızın sesini dinlemek lazım…
Gece örtüsünün zevaliyle, âlemin uyanışıyla beraber nehari Zâkirlere eşlik ederek mevcudatı tesbih tanesi yapan aktapların halkasına dâhil olup büyük bir avazla Fettah olan Rabbimize tespih, tazim ve hamd etmek lazım…
“Namaz uykudan daha hayırlıdır” nidasıyla kalkıp rahmet güneşi nefsani karanlıkları yırtıncaya kadar zikr-i ilahi ile meşgul olmak lazım…
Hafi ve cehri zikri enfüsi ve afaki tefekkürde toplayıp kısa, selametli, istikametli ve cadde–i kübra olan nur yoluna revan olup iman hakikatleriyle hemhal olmak lazım...
Kendini, varlığını, yaratılış gayesini ve Rabbini unutan günümüz insanın en büyük korkusunun unutkanlık hastalığı olması ne acı…
Hayatına, ruhuna, kalbine ve bütün hissiyatına bu kadar yabani ve cahil olan günümüz insanının en mühim gayesinin bilgi, ilim ve maddi-manevi gelişim olması ne acip bir tenakuzdur…