Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kadıoğlu, türkülerde kullanılan dilin milletimizin duygu ve düşünce dünyasından şekillenen en saf, berrak ve samimi sözlerden örüldüğünü ifade etti.

Gaziantep’te Vahşet! Bir Baba Ailesini Katletti! Gaziantep’te Vahşet! Bir Baba Ailesini Katletti!

Dilin kişioğlunun zeka ve düşüncesini aynı zamanda ölçüsünü de gösteren bir ürün olduğunu vurgulayan araştırmacı ve kültür adamı Prof. Dr. Hakan Kadıoğlu, “İçe, kendisine ve dışa, çevresine iyi bakan iki yüzü vardır. Kişinin içinde yaşadığı somut ve soyut ortamdan kendisine doğru olan uyaranların zihin ve dünya yapısında meydana çıkardığı sonuçları ifade edebilmesinin en iyi yansıtma ve aktarma aracı dildir. Dil hem kişisel hem de toplumsal gelişime bağlı olarak zenginleşir, güçlenir. Her kişinin kendisi, ailesi ve toplumu içinde zaman içerisinde durmaksızın ilerleyen dil somut kavramları anlatımından daha çok soyut olanları anlattığı ölçüde zengin kabul edilmektedir. Düşünce ve duygu sisteminin ürünü olan dilin duygu ve düşünce birlikteliği de olmalıdır. Dilin yapısında bu düşünce ve duygu kendisini açık biçimde gösterir.” şeklinde konuştu.

“Ancak anlatılınca, aktarılınca anlam kazanıyor”

Kişinin kullandığı söz ve söylemin onun düşünce ve duygularının cisimleşmiş şekli olduğunu vurgulayan Kadıoğlu, “Dilin zenginlik, erginlik ve etkililiği oranında kişisel düşünce ve duygu da genişlik ve derinlik kazanır. Kişinin düşünce ve duygularının zengin olması ancak anlatılınca, aktarılınca anlam kazanacağından ve bunun en önemli ve kapsamlı aracıda dil olduğundan bir dilin zenginlik ve mükemmelliğinin dil, duygu ve düşünce yapısıyla önemli derecede bağlantılı olduğu anlaşılır. İki yönlü biçimde şunu söyleyebiliriz. Mükemmel, kapsamlı, doyurucu, düşünce ve duygu dünyasının vücut bulması uzun bir zamanın birikimi sonucunda kazanılır ve ancak kazanılmış böyle bir dil ile derin, engin duygu ve düşünceler ifade edilebilir. Aksi halde kişinin düşündüğü ve duyumsadığı “ birçok hal” kendinde kalır. Ya da doğru düzgün anlatılamaz, uygun ve yeterli biçimde aktarılamaz. Eskilerin “ Üslubu beyan aynıyla insandır” özlü deyişi bu düşünceye boyut kazandırır.” dedi.

“Türklere özgü anlamına geliyor”

Türkü kelimesinin aslının Türki olduğu ve Türklere özgü anlamına geldiği üzerinde fikir birliği edildiğini ifade eden Prof. Dr. Hakan Kadıoğlu, sözlerine şöyle devam etti, “Türkü, Türk halk şiirinde kendine özgü bir ezgiyle söylenen, kavuştaklı nazım biçimidir. Diğer milletlerin folklorunda da “ballad, folk song, folksong, vs.” denilen benzer biçimler vardır. Ancak halk şarkılarının millet adıyla ifadesi yalnızca Türkü’de bulunmaktadır. Dilde olduğu kadar olmasa da düşünce ile duygu arasında bulunan sıkı bağın yansıma biçimlerinden bir diğeri musikidir. Dil kadar millete sıkı bağı olmadığı düşünülse de musikinin dilden ayrılması mümkün değildir. Musiki kişinin duygularının ve belki düşünce süzgecinden de geçirdiği en küçük ses biriminden eserin bütününe kadar seslerin anlamlı biçimde örülmesi sonucunda ortaya çıkar. Ve belki milletlere özgü kimi çalgı ve ezgilerin olması da bu yüzdendir. Bu düşünceyle türküler, ana kaynağını dilin oluşturduğu toplumsal/ulusal kültür kimliği olarak görülebilir.”

“Yüzyıllar sonra bile anlaşılırlığını korumuştur”

Türkülerde kullanılan dilin milletimizin duygu ve düşünce dünyasından şekillenen en saf, berrak ve samimi sözlerden örüldüğünü anlatan Kadıoğlu, “Türkülerin dili zamanının her yaş ve kültür katmanında anlaşılabildiği gibi yüzyıllar sonra bile anlaşılırlığını korumuştur. Toplumsal, siyasal gelişmeler ve büyük üzüntü ya da sevince yol açan olguların da takip edilebildiği türkülerimiz bu büyük olayları taze biçimde aktara gelmektedir. Türkülerdeki dil örgüsü kelime seçiminde özeni zorunlu olan aynı zamanlı olarak duygu ve düşünce ekseninde gerekli kılar. Böyle bir yapıya sahip olması bünyesindeki kelimelerin yeni duygular ve yapıya sahip olması bünyesindeki kelimelerin yeni duygular ve düşünceleri hem çağrıştırır, hem de uyarır. Bu nedenle türküler dillendirildikçe sadece söyleyenin düşünce ve duygularını aktarmakla kalmaz, söyleyen kadar dinleyeni de söz ve ezgi ile hem o an sarar sarmalar hem yüreğinde bulunanına dokunur.” diye konuştu.

“Bir millet olmanın kanıtı olduğu kadar gereğidir”

Türkülerin kültürel kalıtımsal paydaşları arasında her fırsatta doğup büyüyebilme yeteneği, Türkçenin doğal özelliğinden kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Hakan Kadıoğlu, sözlerine şöyle devam etti “Türkçenin zamanın derinliklerinden, ilk dönemlerinden bu yana süzülerek, işlenerek ve kültürel genlerine kodlanarak gelen yapısal unsurları türkülerdeki katmanlı, genişleyebilen, yeni anlam doğurucu ve uyarıcı niteliğini kazandırır. Türkülerde kullanılan kelime ve söylemlerin bu nedenle birden fazla yüzü olabilmektedir. Bir kelime ya da söylemin sözlük anlamının yanında imgesel anlam da taşıyabilmesi düşünsel ve duygusal enginliğini artırmakta ve sonuçta türkülere edebi nitelik kazandırmaktadır. Max Muller’in vurgusuyla söylersek, Türk dili insan zekasının bir mucizesidir. Dil ile duygu arasında sıkı bağ vardır. Milli bir duygunun oluşumu milli ve zengin bir dil ile mümkündür. Türk milletinin duygularının en ince biçimde varlık bulduğu türkülerimiz sadece Erzurum yöresinde değil, Türkiye’nin her tarafının türküleri ile aynı dil, duygu, düşünce ve yapı zenginlik ve benzerliğine sahiptir. Türkçe konuşulan diğer yerler ile de ortak özellik ve ögeleri paylaşmaları söz konusudur. Bütün bunlar bir millet olmanın kanıtı olduğu kadar gereğini de ortaya koymaktadır.”