Çeliğe su verme işlemini bilirmisiniz?
Eskilerden birgün..
Demirci ustası yine sabah çok erken gelmişti; akşamdan kalan dağınıklığı bir çabuk toparladıktan sonra geçti yine yerine, ocağını harladı..
Bir müddet ocakta tuttuğu nar gibi kızaran metali, elindeki maşayla tuttu çıkardı ve örsün üzerinde düzenli darbeler vurdu vurdu vurdu!
Usta vurdukça metal şekilden şekile girdi, o şekil değiştirdikçe usta vurdu.
Tekrar tekrar kor gibi oldu, tekrar tekrar çekicin altında kıvrıldı, dövüldü dövüldü!
Kenardan sessizce seyretseniz..
Hah tamam! Oldu bu artık diyeceğiniz..
Hah tamam! Son şekli bu, bitti artık!
Diyeceğiniz onlarca sefer, usta o metali katladı vurdu, katladı dövdü, harladı kızdırdı kor haline getirdi dövdü de dövdü! Hem de defalarca!
Usta yorgun, donuk bakar..metal bezgin ve kıpkırmızı..
Vakit gelmiş vuslat yaklaşmıştır, Kor demirin suyla buluşma anı tam bir efsanedir..
O artık basit bir demir parçası değildir..
Kendine ait bir şekli, kendine ait bir tavrı, bir sesi hatta bir görevi dahi vardır..
Kozasından çıkan kelebekle bir olmaz elbet ama değişimi ve çektiği cefa ibretliktir.
Çelik olmuştur artık parlar.. Ve artık çok sert hatta keskindir.
Çelik olmuştur artık eğilmez..
Çelik olmuştur artık yamulmaz.
Belki sadece kırılır!
"Tınnn.!!" diye ses çıkarır.
Ve insan.. Ezilir bazen, baskı görür sıkılır, eğilir bükülür..
Üzerine üzerine gelir hayat, bunalır.
İçi yanar, söylemez!
Ruhu sıkılır, anlatmaz!
Zorluk üzerine zorluk, hadsiz üzerine hadsiz çoğalır..
Ne zaman ki artık yüreği kor gibi olur,
Usta sanki bir maşayla onu da ocaktan alır.
Usta hayattır!
...Ve insan ağlar!
Çeliğe su verme etkisindedir süzülen yaşlar!
Gözündeki yaş ile yüreğindeki korun vuslatı tam bir efsanedir!
Ve artık o eskisinden çok daha serttir...
Ne eğilmelidir, ne de bükülmeli... Ve asla görülmemeli.
***
İnsanın tek bir mefkuresi olur!
Bu durum güçlü bir yeğlik oluşturur ki, bu hâl bahse mevzu ülküye dairdir.
Gerekirse en ön safta olur risk edersin her şeyini, gerekirse feda edersin tüm benliğini, kimliğini.
Hamam böceği gibi bu tarafa koşarken durup, birden öbür tarafa, sonra tam tersine koşmazsın anlamsızca... Yormazsın tüm ülkeyi sinsiliklerinle.
***
Şimdi şimdi hemen biraz önce canlı canlı yaşanmış olay..
Bakırköyde yaşlı tonton bir ihtiyar, ayakta durmakta zorlanıyor, gözlerinden anladım, oturmak istiyor fakat belliki beceremiyor.
Hava sıcak, İstanbul caddesi her zamankinden kalabalık..
Herkes kendi havasında, kimse bu güzel dedeye bakmıyor; göbekler fora, çığlıkla karışık kahkahalar, herkes partnerine(!) konsantre.
Adeta yaşanan bu hayatın zombileri gibi varlar!...
Sağından solundan hızla geçerken saçlarını yaşlı adamın suratına savuracak, fakat içinde bulunduğu zor durumu fark etmeyecek, fark etse bile umurlarında olmayacak kadar da yoklar !
O sıra ben de ağzıma bir kilo pamuk sokulmuş halde dişçiden çıkmışım, kim ne sorsa "höö uuu ii vı vıv hoöö!" diye sesler çıkarır haldeyim.
Neyse dedeyi farkettik; önce rica ettik, sana yardım edebilirmiyiz dedecim dedik...
O sıra ben de söylenenlere "Hööuuuvvvıiıiiihuhu!!" falan diye eşlik ettim kafamı da sallayarak.
Sırtını da güzelce dayamasını sağlayarak, rahatlaştırdık ve hemen çekip gitmek olmaz diye biraz da hasbihal edelim, duasını alalım dedik.
Muhabbet esnasında, Dedecim hayırdır niye çıktın bu kalabalığın arasına diye sorunca, dede de bize "bayram harçlığı veriyorlarya gelip onu alayım dedim" dedi...
Ve ekledi, "Tayyip'in bize REVA gördüğü 1000 lirayı almaya geldim, bin lira bayram harçlığı mı olur, sadaka gibi!"
Sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü, o tonton dede gitti, yerine tam bir nankör moruk geldi.. Adamı tutup kaldırıp bulduğum yerdeki duyarsız kalabalığın içine yine ayağa dikip orada bırakıp gitmek istedim, Allah affetsin.
Sonra düşündüm düşündüm düşündüm, ve karar verdim ki, o caddedeki tüm o duyarsız gençleri, tüm o zombileri bu #moruklar yetiştirdi... Şimdi cezasını hepimiz çekiyoruz, ama hâla anlamamış herif.