Tanıdığım birkaç insan, birkaç savaş ve birkaç hikaye

Abone Ol
Ekonomik savaşın hemen her safhasını iyi bilirim. En baba aktörleri ile beraber çalıştım. Cavit Çağlar'ın yeğeni İnterbank'ı üç işlemde batırırken oradaydım, her şeye şahid oldum. Demirbank'ı Rothschild ailesine peşkeş çekerlerken de, asıl batan bankaları makyaj ile kamufle ederlerken de veya gecelik yüzde 6 bin repo-ters repo öderlerken de oradaydım, piyasanın tam göbeğindeydim. 90'lı yılların sonlarında, Kanal E (cnbc-e) ve TRT2'ye bu konuda defalarca açıklama yaptım.

Borsacılığa aslında başka bir savaştan gelmiştim... Güneydoğu askerliğinden sonra sadece bir buçuk ay mola vermiş, hiç bilmediğim bambaşka bir aleme yelken açmıştım.

Askerlik yıllarında çok pkk'lı tanıdım. Gerçek anlamda tanıdım, sadece sorgulama değil... Mesela birini zorla korucu yapıp, bir de maaşa bağlamışlardı... Yanıma verdiler. Onunla Cudi Dağının kuzey eteklerinde 16 gün öncülük yaptım. Aynı mevzide sabahladım. Yanımda iken hiç endişe ettim mi? Belki... Ama o benden çok ama çok korkuyordu, bunu gördüm. Hiç umursamadım. Altı ay içinde kaldığı pkk hakkında neredeyse gezdiği, gördüğü adım attığı her yere kadar anlatmıştı bana...
Gördüğüm o ki, asker veya terörist herkes, herşeyden önce insandı. Acıkan, yorulan, terleyen ve doğal ihtiyaçları olan bir insan. İdeoloji, fikri tarafgirlik bütün bunlardan sonra geliyordu hep...

Yakın zamanlarda bu türden daha farklı insanlar da tanıdım. Kimilerini defalarca sabaha kadar konuşturdum, dinledim. Kimilerini zor konuşturdum ve biraz da başkaları anlattılar.

Mesela Afgan Ali... Hiç konuşmazdı. Özbek asıllı inşaat işçisiydi. Ufak tefek, en fazla 60 kilo, çilli yüzlü, yanık sarı yüzlü ve oldukça sakin, sessiz biriydi. Çok iyi çimento torbası taşırdı. İş bitinceye kadar mola vermezdi. Az yer, az içerdi. Bir gün biri onun hakkında "en az 100 kişi öldürmüştür" dedi. Sordum, sustu. Sonra birgün işimiz erken bitti, onun gruba yemek söyledim... Çay içtik, konuştuk. Burhaneddin Rabbani, Özbek Raşit Dostum ve Hikmetyar'dan bahsettim. 'Hikmetyar ile tanıştığımı' söyleyince, biraz bana güveni oldu, çözüldü. Anlattı.

"Ama Hikmetyar çok insan öldürdü" diye başladı. Önce Afgan ordusunda askermiş. Taliban'a karşı savaşmış. Bir süre böyle devam ederken birgün... Bir köyü komple infaz etmesini istemişler. Yapmamış ve bunun yerine... Beraber Taliban'a karşı savaştığı yanındaki Afgan askerlerini öldürmüş. Tam 7 kişi... Bir kaç da yaralı bırakmış ardında ve kaçmış. Sonra birgün Taliban'ın eline esir düşmüş. "Bizimle savaş" demişler, savaşmış.

"Taliban'dan niye ayrıldın?" diye sormuştum ve susmuştu. Biliyordum ki hem Afgan Devleti hem de Taliban tarafından aranan ve yakalanırsa infaz edilecek biriydi. Sorumun cevabını o zaman alamamıştım ama o cevabı verecekti birgün, biliyordum. Ve birine çok kızdığı bir ana şahid oldum.
"Bıktım, adam öldürmekten bıktım" demişti.

Cevabımı almıştım.

Suriyeli Mahmud çalışıyordu yanımızda o sıralar... Halep'te biri 200 yıllık tarihi bir mekan olmak üzere üç restoranını ardında bırakıp gelmişti Mahmud. İki ayrı anneden iki küçük oğlu yaşasın diye kaçtığını söylerdi. Mahmud ile çok sabahladık. Benden bir yaş da küçüktü, ne sorarsam cevaplardı. Bir oğlu Esed ordusunda asker, bir oğlu ÖSO'da savaşıyordu. Kızının biri Nusra komutanlarından birinin karısı, bir diğer kızı ve bir diğer oğlundan ise haberi yoktu. Mahmud çok güzel şiş kebap yapardı. Çok sabahladık onunla. 15 Temmuz 2016 gecesi Mahmud da yanımdaydı.

Bütün bunlar nereden aklıma geldi şimdi? Bir haber okudum. Taliban'dan kaçan 150 kadar daeş'liyi ABD helikopterleri tahliye etmişti.

İlginç ama değildi ve demek ki artık mızrak çuvala sığmıyordu.

Nasıl ki Suriye'de pkk'lıları parlatmak için daeş maskesi ile savaşıp kazandı imajı oluşturmuşlardı... Aynısını demek ki Afgan'da da deniyorlardı.

Ve geçen haftalarda, oldukça yeni olayları anlatan bir belgesel izlemiştim. Filipinler ve Moro Müslümanlarının mücadelesini anlatıyordu. Durum anlaşma ve özerkliğin tanınması aşamasına gelmiş. Hatta yakında özerklik ilan edilecek. Ama savaş yeniden başlamış. Barış ve özerkliği kazanan Müslümanlara bu defa daeş saldırıyor. Köyleri komple katlediyor. Bir korku imparatorluğu oluşturmuş. Ve Filipinler yönetimi durumun sakinleşmesini bekliyor. Hele ki ormanda köylerine yapılan baskından sonra korkmuş, kaybolmuş iki kardeşin hikayesi var ki... Bir ayrıntı: şunu fsrkettim... Sanki toptan anlatılan dramlar yerine, bireysel hikayeler ve acılar insanın dikkatini daha fazla çekiyor. Üzücü ama durumu böyle teşhis ettim.

Diyeceğim o ki... DAEŞ... Finansal yapının askeri. Bir ideoloji, inanç ya da geleneğin askeri değil. Afganistan, Suriye, Moro veya başka herhangi bir yer... Finansal savaşın satın alınmış mankurt piyonu.

DAEŞ ile el Kaide yazışmalarını okumuştum bir ara. İki mankurt yapının elinde, kaleminde ayet ve hadislerin çektiği çileleri görmüştüm. Düşünme özürlü, düz, Aristo mantığı ile yorumlanan ayet ve hadislerden çıkartılan hükümleri anlamaya çalışmıştım.

Mümkün değil. Anlayamadım. İnsan insanın kurdudur biliyorum. İnsana ne yaparsa insan yapar, biliyorum. Gerçekten çok şey biliyorum belki ama insanı anlamak deyince var ya... Bilgisizliğimi ayaklarının altında hissettikçe başım göğün hiç bilmediğim yüksekliklerinde oluyor hep...

Şu var ki, kim olursa olsun, insan hikayesi ile vardır. Ve her hikaye hesabı verilecek bir imtihandır.

Unutmayalım.

Bayramınız mübarek ola. Selam ve dua ile...