Geçen hafta Ukrayna'daki 15 yaşında bir çocuk 14. kattan atlayarak yere çakılıp öldü. YouTube kanalı için evde paraşüt yapılacağını ispat etmek istemiş. Annesi ve arkadaşlarının alkışları eşliğinde kayıt devam ederken, kanalının son videosunu çekmeyi başardı. Paraşüt açılmayınca ünlü olduğunu göremedi tabi.
Selfie çekerken düşüp ölen, papağan boğazlarken kendinden geçen, Metin Akpınar'ın göbeğini ya da yere düşen kadınların tekmelenme sorunsalını bir kenara bırakırsak sosyal medyanın yozlaşmanın hızını nasıl artırdığını konuşabiliriz.
Olayınların trajik ve ekstrem boyutunu bir kenara bırakırsak sosyal medyanın nasıl çığırından çıktığını ve ve korkunç bir dezenformasyon sağladığını artık görmemiz gerekiyor sanırım.
İş kedi videosu izleyip ilkokul arkadaşlarını bulmaktan öteye geçmeye başladı.
Facebook ile başlayan Twitter ile devam eden ünlü olma, en popüler olma yarışı artık insanların hiç uyanmak istemedikleri kabuslara dönüşmeye başladı.
Severek ve isteyerek yattığımız bu uykudan uyanmak istemiyoruz. Yasal bir uyuşturucu gibi adeta sabah öğle akşam aldığımız dozları artırıyoruz.
Attığı instagram fotoğraflarının filtreleri ile saatlerce uğraşan, yazacağı tweetleri önceden kaydedip doğru zamanı bekleyip o anı kovalayan ve isabetli hashtagleri tahmin etmeye çalışan, Facebook bildirimlerinin azalması ve çoğalması ile doğru orantılı olarak mutlu olan ya da mutsuz olan ya da ceset fotoğrafı ile like kovalayan, okul kantininden bile check-in yapan yerini bildiren, YouTube'da daha fazla kanal abonesi adına sosyal deney diye çocukları öpüştüren, periscope'ta daha fazla izlenme almak için kediye işkence yapan annesinin bacağını gizli çekip "annem hakkında ne düşünüyorsunuz" diye soran, tiktok videosu için maymuna dönen cinnet geçirmiş insanlarla doldu ortalık.
Amaç ne?
Daha fazla beğeni, daha fazla kalp, daha fazla onaylanma daha fazla şöhret, daha fazla sevilme ihtiyacı...
Tamam kabul ediyorum, Twitter ile özgür bir şekilde haber alabiliyoruz belki evet. Fenomenler de çok komik. Çoğu yabancı hesaplardan arak olsa bile gül gül ölüyoruz okudukça onların müthiş (!) tespitlerini.
Tamam kabul ediyorum, İnstagram sayesinde o müthiş anımızı sevgili takipçilerimizle paylaşmaya ve paylaştıkça artan mutluluğun dayanılmaz hazzında boğulmaya paha biçilemiyor. Yediğin yemeği, gittiğin pikniği, içtiğin viskiyi kimse bilmiyorsa ne anlamı var zaten, ona da eyvallah.
Tamam kabul ediyorum, Facebook'ta ülke kurtarmacılık, duyar kasmacılık, amcaya halaya hatta hızını alamayıp milletin karısına kızına el sallamacılık çok güzel, oldu peki.
Ama siz de kendinizi bir kaos ırmağında sürükleniyor, kendi sonumuzu kendimiz hazırlıyormuşuz gibi hissetmiyor musunuz?
Sosyal medya öyle lanet bir şey ki, adını korkuyla ağzınıza aldığınız veya almaya bile cesaret edemediğiniz pek çok kavramın keskin köşelerini itinayla zımparalayıp, hiç ummadığınız ve beklemediğiniz bir şekilde, onları hayatınızın merkezine sokabiliyor.
Mesela terör örgütlerini bilmeniz yetmiyor hangi bağlantılar ile katılacağınızı öğreniyorsunuz, mesela uyuşturucuyu duymak bilmek ile kalmıyor hangi miktarın ölümcül olduğundan haberdar oluyorsunuz, mesela çocuk pornosunu lanetlerken karşınıza birden reklam olarak çıkıyor...
En basiti, 10-12 yaş arası çocukların oynaması için tasarlanan oyunlarda, çocukları sanal seks aracı olarak kullanıyorlar. 15-16 yaşında ergen kız çocukları, benim diyen mankene taş çıkartacak pozlarını, sosyal medyada paylaşma özgürlüğünü doyasıya yaşıyorlar ve açık hedef haline geliyorlar. Dünyanın öteki ucundaki aşırı yakışıklı ve felsefesi olan adam, asında sizi bir terör örgütüne dahil etmeye çalışıyor. Az önce çektiğimiz malın kalitesini ve yeni torbacıyı övmek, artık en sıradan muhabbetlerimizden biri.
Bu konuda neler yapılabilir artık ailelerin, eğitimcilerin ve devletin oturup "neler yapılabiliri" konuşması gerekiyor.
Cehalet, aile içi eğitim ve en önemlisi sosyal medyadaki akıl almaz yozlaşma konusunda hangi adımların atılması gerektiği konusunda artık hukuksal yaptırımlar dışında başka şeyler de yapmak gerekiyor.
Yoksa bugün papağan boğazlayan yarın canlı yayında insan boğazlayıp "sıkma kuvvetim hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sormaya başlayacak...
Selfie çekerken düşüp ölen, papağan boğazlarken kendinden geçen, Metin Akpınar'ın göbeğini ya da yere düşen kadınların tekmelenme sorunsalını bir kenara bırakırsak sosyal medyanın yozlaşmanın hızını nasıl artırdığını konuşabiliriz.
Olayınların trajik ve ekstrem boyutunu bir kenara bırakırsak sosyal medyanın nasıl çığırından çıktığını ve ve korkunç bir dezenformasyon sağladığını artık görmemiz gerekiyor sanırım.
İş kedi videosu izleyip ilkokul arkadaşlarını bulmaktan öteye geçmeye başladı.
Facebook ile başlayan Twitter ile devam eden ünlü olma, en popüler olma yarışı artık insanların hiç uyanmak istemedikleri kabuslara dönüşmeye başladı.
Severek ve isteyerek yattığımız bu uykudan uyanmak istemiyoruz. Yasal bir uyuşturucu gibi adeta sabah öğle akşam aldığımız dozları artırıyoruz.
Attığı instagram fotoğraflarının filtreleri ile saatlerce uğraşan, yazacağı tweetleri önceden kaydedip doğru zamanı bekleyip o anı kovalayan ve isabetli hashtagleri tahmin etmeye çalışan, Facebook bildirimlerinin azalması ve çoğalması ile doğru orantılı olarak mutlu olan ya da mutsuz olan ya da ceset fotoğrafı ile like kovalayan, okul kantininden bile check-in yapan yerini bildiren, YouTube'da daha fazla kanal abonesi adına sosyal deney diye çocukları öpüştüren, periscope'ta daha fazla izlenme almak için kediye işkence yapan annesinin bacağını gizli çekip "annem hakkında ne düşünüyorsunuz" diye soran, tiktok videosu için maymuna dönen cinnet geçirmiş insanlarla doldu ortalık.
Amaç ne?
Daha fazla beğeni, daha fazla kalp, daha fazla onaylanma daha fazla şöhret, daha fazla sevilme ihtiyacı...
Tamam kabul ediyorum, Twitter ile özgür bir şekilde haber alabiliyoruz belki evet. Fenomenler de çok komik. Çoğu yabancı hesaplardan arak olsa bile gül gül ölüyoruz okudukça onların müthiş (!) tespitlerini.
Tamam kabul ediyorum, İnstagram sayesinde o müthiş anımızı sevgili takipçilerimizle paylaşmaya ve paylaştıkça artan mutluluğun dayanılmaz hazzında boğulmaya paha biçilemiyor. Yediğin yemeği, gittiğin pikniği, içtiğin viskiyi kimse bilmiyorsa ne anlamı var zaten, ona da eyvallah.
Tamam kabul ediyorum, Facebook'ta ülke kurtarmacılık, duyar kasmacılık, amcaya halaya hatta hızını alamayıp milletin karısına kızına el sallamacılık çok güzel, oldu peki.
Ama siz de kendinizi bir kaos ırmağında sürükleniyor, kendi sonumuzu kendimiz hazırlıyormuşuz gibi hissetmiyor musunuz?
Sosyal medya öyle lanet bir şey ki, adını korkuyla ağzınıza aldığınız veya almaya bile cesaret edemediğiniz pek çok kavramın keskin köşelerini itinayla zımparalayıp, hiç ummadığınız ve beklemediğiniz bir şekilde, onları hayatınızın merkezine sokabiliyor.
Mesela terör örgütlerini bilmeniz yetmiyor hangi bağlantılar ile katılacağınızı öğreniyorsunuz, mesela uyuşturucuyu duymak bilmek ile kalmıyor hangi miktarın ölümcül olduğundan haberdar oluyorsunuz, mesela çocuk pornosunu lanetlerken karşınıza birden reklam olarak çıkıyor...
En basiti, 10-12 yaş arası çocukların oynaması için tasarlanan oyunlarda, çocukları sanal seks aracı olarak kullanıyorlar. 15-16 yaşında ergen kız çocukları, benim diyen mankene taş çıkartacak pozlarını, sosyal medyada paylaşma özgürlüğünü doyasıya yaşıyorlar ve açık hedef haline geliyorlar. Dünyanın öteki ucundaki aşırı yakışıklı ve felsefesi olan adam, asında sizi bir terör örgütüne dahil etmeye çalışıyor. Az önce çektiğimiz malın kalitesini ve yeni torbacıyı övmek, artık en sıradan muhabbetlerimizden biri.
Bu konuda neler yapılabilir artık ailelerin, eğitimcilerin ve devletin oturup "neler yapılabiliri" konuşması gerekiyor.
Cehalet, aile içi eğitim ve en önemlisi sosyal medyadaki akıl almaz yozlaşma konusunda hangi adımların atılması gerektiği konusunda artık hukuksal yaptırımlar dışında başka şeyler de yapmak gerekiyor.
Yoksa bugün papağan boğazlayan yarın canlı yayında insan boğazlayıp "sıkma kuvvetim hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sormaya başlayacak...