Ruhunu Batı'ya satmış Femen kadın

Abone Ol
Zana Ramadani, Arnavut asıllı eski Müslüman bir kadın. Almanya doğumlu. Babasını liberal ama annesini aşırı dinci (!) olarak tarif ediyor. Kendisi 2012 yılında Almanya'daki FEMEN şubesini kurdu. İlk sansasyonel protestosunu da Heidi Klum'un programını üstsüz basarak yaptı. Basılmış kitapları da var. Alman CDU partisinde aktif olarak siyasette yapıyor.

Aşağıdaki röportajı okuduğunuz zaman üstteki bilgilerin bu kadını anlatmak için yeterli olmadığını siz de göreceksiniz. Çünkü bu kadın aynı zamanda yalancı, ezik ve ruhunu Batı'ya satmış durumda. Avrupanın sağcı kafasına yaranmak için, "mülteciler eğer size benzemiyorsa onlara oturma hakkı vermeyin." diyecek kadar da gözü dönmüş.

Tecavüze uğrayan kadınların tecavüzcüsü eğer zenginse İslam dinine göre para verip kurtulabilirmiş. Bu hanımefendi bunun böyle olduğunu iddia ediyor. Yine aynı kadına göre "feminizm kursları" açılmalı ve bu kurslara gelmeyen kadınların ailelerine yapılan yardımlar da devlet tarafından kesilmeliymiş.

Kocasına "Arkadaşlarım ile bara gidiyorum sende evde çocuklara bakacaksın" diyebilen Müslüman kadın olmuş demek ona göre.

"Feminizm bir hastalıktır aşısı derhal bulunmalıdır!" derken boşa demiyoruz. İşin üzücü taraflarından bir diğeri de, sistematik bir politika ile yürütülen bu sürecin Müslüman Türk kadınlarını da oldukça etkiliyor olduğunu görmek.

Tercümesini kendim yaptığım röportajı okuduğunuz zaman ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.

Buyurun...

İşte o röportaj;

Müslüman kadınlar için feminizm kursları:
Entegrasyonun daha kolay yolları var!

Müslüman göçmenlerin entegrasyonunda işler istendiği gibi gitmiyor. Türkiye'den gelen göçmenlerin neredeyse yarısı, dinlerinin emirlerinin onlar için Alman hukukundan daha önemli olduğunu önlerine konulan bir ankette açıkça belirtiyor. Alman camilerindeki vaizler teokrasi çağrısı yapıyor, Müslüman kadınların tecavüzleri el altından düzenleniyor. Bunun için de Zana Ramadani, Müslüman kadınları artık gemiye almak istiyor. Kadınlar çocuklarına temel değerlerimizi öğrettikleri zaman, Orta Çağ'dan kalma sloganlar artık tarih olacak.

Raum & Zeit: Bir çok Alman, Müslümanların hakları için uğraşıyor. Ama siz Müslüman bir aileden gelmenize rağmen, Almanları Müslümanlara karşı fazla hoşgörülü olmak ile suçluyorsunuz. Neden Almanı gerçek Almanlardan daha fazla savunuyorsunuz?

Zana Ramadani: Belki de her iki dünyayı da çok iyi tanıdığım ve Müslüman göçmenleri Almanya'ya getiren tehlikeleri çok net görebildiğim için olabilir. Almanların hoşgörü ve yardımseverliği çok değerli bir şey. Maalesef, Müslüman göçmenlerin büyük bir kısmı da yanlarında siyasi ideolojik fikirler getiriyor ama Almanlar kendilerini ve değerlerini koruyamıyorlar. Bu, özel bir mesele olarak gördüğüm din dünyasının çok ötesine gidiyor. Çok politik ve bence bu nedenle kabul edilemez. Bu din basit bir çoğunluk dini olarak yaşanmış olsaydı, kimsenin bu konuda bir sorunu olmayacağını düşünüyorum.

r & z: Almanların yüzde beşi Müslüman. Ülkemize yaklaşık 50 yıldır, öncelikle Türkiye'den ve bir süredir Arap ülkelerinden geliyorlar. Geçen yıl yaklaşık 550.000 Müslüman mülteci Almanya'ya geldi. Bu insanların bizimle iyi bir şekilde bütünleştiği izlenimine sahip misiniz? Birinci, ikinci ve üçüncü nesil göçmenler arasında farklılıklar var mı?

ZR: Bana göre ikinci ve üçüncü nesil tıpkı benim gibi bir Alman kimliği geliştirmek zorunda. Fakat onlar Müslüman olarak çok yeni bir kimlik geliştirdiler. Kendilerini Alman olarak değil, Müslüman olarak tanımlıyorlar. Ama bu çok saçma, çünkü din tek başına bir kimlik olarak kabul edilemez. Kimliğin senin bir parçan olabilir ama hepsi olamaz. Buraya güvenliğini sağlamak için gelen mülteciler var. Tabii ki, hepsi savaştan kaçan mülteciler değil, aynı zamanda ekonomik mülteciler de var aralarında. Buraya daha iyi bir hayata sahip olmak için geliyorlar ancak eski değerlerini, doğal olarak dini içeren kültürlerini de gelirken yanlarında getiriyorlar. Ve bence bu çok politik, çok ataerkil, çok arkaik. Ve doğal olarak gelişmekte olan eşitlik ve laikleşme kültürümüzden de çok uzaklarda. Ancak şu anda bu insanlara yönelemiyoruz veya onları kültürümüze adapte etmeye zorlayamıyoruz. Çünkü entegrasyon politikası şuan da yanlış kişiler tarafından yönetiliyor. Entegrasyon programlarını kimin yönettiğine, etkilediğine, uyguladığına ve devletten kimin çok para aldığına bakarsanız, bunlar İslami veya İslamcı dernekler.

r & z: Sizce, Müslümanların kendilerini toplum ile bütünleştirmek yerine paralel bir toplum kurma eğiliminleri inanç sistemleri ile ilgili mi? Kur'an demokrasi ile uzlaştırılabilir mi?

ZR: Kur'an'da demokratik olmayan bir çok şey var. Mesela; çok manevi, sıcak, olumlu bir bölüm var. Ardından hemen çok politik ve hoşgörüsüz bir toplumsal düzen yönünde şey var. Buna, Müslümanlar ve inanmayanlar, Yahudiler ve diğerleri arasındaki açık ayrım da dahildir. Cinsiyet eşitsizliği de burada derinden kök salmış. Kur'an, İslam'ın sadece bir parçasıdır. Kuran'ın yüzde yüz cevap vermeyeceği sorular için, hadislerde çok büyük ve çok yönlü olan aramalar yapılır. İslam'ın üçüncü temeli, Muhammed'in biyografisi Sünnet'tir. Her Müslüman, Muhammed'in hayatını taklit etmek, onun gibi prensipte yaşamak ve hareket etmek zorundadır. Muhammed'in hayatına baktığında, başlangıçta çok merhametli, ruhani bir peygamberdi, ama sonra bir general oldu ve birkaç eşi vardı. Kendisi öldürmedi ama insanları cinayete çağırdı. Teröristlerin öldürmelerinin altında yatan neden de bu. Dolayısıyla terörizmin inançla hiçbir ilgisi olmadığını söyleyemezsiniz. Elbette onunla bir ilgisi var. Ve bunu kabul etmek zorundasın. Birinin, bu olanların İslam tarihinin bir parçası olduğunu söylemek zorunda. Bugün buna izin vermeyeceğiz ve yaşamayacağız.

r & z: Muhammed'in geleneksel biyografisi ile İsa'nın hayatını karşılaştırdığımız zaman İsa'nın hayatı sevgi, barış ve hoşgörü gibi çok inandırıcı değerler taşır. Bu karşılaştırma iki inanç sisteminin ilkeli oryantasyonuna uyuyor mu? (iki inanç sistemi birbirine benziyor mu?)

ZR: Evet, öğretiler tamamen farklı. İsa diğer yanağını tutmayı ve intikam almamayı öğretti. Eski Ahit çok karanlık ve şiddetlidir. Ancak Yeni Ahit ile birlikte, İsa'nın öğretileriyle hümanizm ortaya çıktı. İnsanın hümanist imgesi, aslında yüksek oranda hümanist olan İsa'nın öğretilerine dayanmaktadır. Maalesef İslam'da bunun tersi var. Kur'an iki ana bölümden oluşur. İlk bölüm Muhammed’in Mekke’deki hayatıyla, ikincisi Medine’deki hayatıyla ilgileniyor. Mekke, merhametli ve maneviyken, Medine kasvetli başkalarını ele geçirmek isteyen; inanmayanları, Yahudileri ve Hıristiyanları dönüştürmek için tasarlandı.

r & z: İslam dininin doğru ve yanlışa bakış açısı Batı toplumunun bakış açısından farklı gibi görünüyor. Bu aynı zamanda farklı yasal sistemler demek. Şeriat hukuku ile Alman hukuku arasındaki farklar neler?

ZR: Net bir yasamız var - eğer ihlal edersen, cezalandırılacaksın. Bu Şeriat hukukunda farklıdır. Bize göre hiç kimse zina ettiği için cezalandırılmaz, kırbaçlanmaz veya öldürülmez. Bize göre ancak tecavüz cezalandırılmalıdır. Ama İslam'a göre, bir kadına tecavüz edildiği zaman, bu adaletli olsun ya da olmasın fark etmez aileler anlaşırsa sadece para cezası ödenir. Anlayacağınız kadın tecavüzcüsüne bırakılır. Suçlu eğer zenginse, bu toplulukta istediği kadar tecavüz edebilir. Prensip olarak, ona pek bir şey olmuyor, çok kadın için para harcamaya değer olarak görüyor.

r & z: Cinsiyet eşitliği sorunu olamaz mı?

ZR: Hayır, Almanlar günlük olarak toplumsal cinsiyet eşitliği için savaşırken, Müslüman ailelerdeki kadınlar daha kötü durumdalar. Gittikçe daha agresif bir şekilde belli bir yere koyuldular, çünkü kendileri için olan tehlikeler ebeveynlerin ve toplumun kafasında. Topluma göre her kadın potansiyel olarak aile şerefine zarar verebilir. Her zaman ailenin onurunu ihlal eden kadınlardır onlara göre.

r & z: Ah gerçekten mi?

ZR: Evet, aile onuru gerçekten de bugünün kızlarının bacaklarının arasına yerleştirilmiş İslam'da. Her şey cinsellik hakkında. Bu nedenle cinsiyetler özgürce birlikte yaşamamalı onlara göre. Başörtüsü, ayrı dua odaları erkek ve kadın arasındaki çekiciliği engellemek için tasarlanmıştır mesela, böylece her ikisi de dine daha iyi odaklanabilir. Batılı kadınlar hala bizi yüzde 100 eşit yapmak için savaşıyorlar.

r & z: İslam'da radikal köktendinciden tamamen liberale kadar çok farklı yönler var. Anketler, Almanya'daki Müslüman gençliğin yarısından fazlasının İslam'ın son derece muhafazakâr bir yönelimini desteklediğini gösteriyor. Bunun değiştiğini ve Almanya'daki Müslümanların çoğunluğunun ılımlı bir inanca sahip olma ve toplumumuza iyi bir şekilde entegre olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu hayal edebiliyor musunuz?

ZR: Bunu İslam'la sınırlamıyorum. Ama bana göre saf maneviyat, saf inanç ve doğası gereği özel olan her din, herhangi bir topluma sorun çıkartmadan uyar. Ancak İslam dinine baktığımız zaman; siyasi, başkalarının dini özgürlüğüne müdahale eden ve aynı zamanda kendi çocuklarının dini özgürlüğüne de müdahale eden, aslında onlara sahip olan, bize uymayan bir din. Ve gerçek şu ki, Almanya ve Batı'da hiçbir Budist veya Hinduist sokaklara çıkmıyor ve radikal davranmıyor. Ama toplumda aşırı sorunlara neden olan tek din köktenci bir İslam anlayışı. Bu da çocukları özgürlüklerinde büyük ölçüde kısıtlıyor ve gelişimlerini engelliyor. Alman hükümetine sormak lazım, bununla nasıl başa çıkıyorsunuz ve onu durdurmak için ne yapıyorsunuz?

r & z: Radikalleşmeyi engellemek için ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Radikalleşme Danışma Merkezi başkanı Florian Endres'in insan, çevre ve ideolojinin üç yaklaşımını nasıl tanımladığını da görüyor musunuz?

ZR: Evet, tüm bu seviyelerde radikalleşme gerçekleşebilir. Tabii ki, bir kişinin zihinsel anayasası ne kadar radikalleşmeye karşı savunmasız olduğunu belirlemede önemli rol oynamaktadır. Ve sonra aile ve toplum tarafından aşılanan ve onlar tarafından yaşayan temel değerler var. Onları da göz ardı edemeyiz. Entegrasyon çabalarımızda dikkat etmemiz gereken asıl nokta budur, o zaman anlamlı bir çözüm bulunabilir. Sanırım burada muhafazakar bir Alman köyünde değil de bir şehirde büyüseydim, şimdi muhtemelen bir Müslüman Arnavut ile evlenecektim ve üç çocuğum olacaktı. Kendim ile başbaşa kalacaktım, çünkü diğerini tanımıyorsun. Bu nedenle ailelerin bu paralel toplumların bulunduğu büyük şehirlerde, küçük kasabalarda ve hatta köylerde kendi hallerinde bırakılması gerektiğini düşünmüyorum. O zamanlar küçük bir kasabada olduğum için, iletişim korkusunun çok büyük olmadığı ve çocukların Alman sosyal yaşamında oldukça masum olduğu yerlerde büyüdüğüm için çok şanslıydım.

r & z: Daha iyi bir entegrasyon politikası için önerileriniz nelerdir?

ZR: Benim için kadınlara odaklanmak en önemli madde. Çünkü onlar hem kurban hem eğitim aldıkları noktadaki failler. Eski değer dünyasında yaşayan bir anne, 20 yıldır burada yaşamasına rağmen çocuklarını eski kalıplara göre yetiştirecek. Yani kızları tıpkı hizmetçi, erkekleri megalomanyak maçolar gibi yetiştirecek. Bu konuda babalar daha az öneme sahipler. Çünkü genellikle çocuk eğitiminde çok geç yaşta ve genellikle de çok sert bir biçimde, önceki öğretiler ve cezalar hiçbir işe yaramadığı zaman müdahale ediyorlar. Benim yaklaşımım, kadınlara kendilerini iyi hissetmeleri için iyi entegrasyon programları yoluyla eğitim ve araç sağlamak. Bu feminizm sınıfları kendilerini bir şekilde otomatik olarak özgürleştirecek ve batı dünyasının onlara ve çocuklarına neler sunduğunu anlayacaklar. Daha sonra da batılı kadının bir sürtük olmadığını, sadece yaşamı hakkında özerk bir şekilde kararlar verebildiğini görecekler.

r & z: Bu kursları Müslüman kadınlara sadece öneriyor musunuz yoksa bu kursların zorunlu olmasını mı istiyorsunuz?

ZR: Zorunlu olmak zorundalar. Kadınlar yasal durum hakkında çok iyi bilgilendirilmeli, böylece kendilerini saldırılara karşı savunmaktan korkmazlar. Birçok kadın, çocuklarının götürüleceğinden veya daha fazla şiddet yaşayacağından korktuğu için şiddet içeren ilişkilerde kalıyor. Bu yüzden onlara devletin onları koruduğunu bildirmek çok önemli. Sonra genç kadınlara bedenlerinde neler olduğunu açıklayan, bekaret hakkındaki efsanelerini ve benzeri şeyleri anlatan seks eğitimi olmalı. Böylece nihayet bu bakirelik takıntısı biter. 

Pakete ayrıca gezi de dahil edilirse kadınlar yaşadıkları çevreyi tanır ve diğer kadınlarla tanışır. Eşleri, örfleri ve toplum onların katılımını engelleyeceği için bunların hepsi zorunlu olmalı, çünkü kadınların kendi başlarına böyle bir şey yapmaya kalkışmaları onlar için çok pahalıya mal olacak. Daha sonra kadınlar öyle bir seviyeye gelmeli ki evden çıkarken: "Şimdi burada kalıyor ve çocuklara bakıyorsun. Ben arkadaşlarım ile bara gidiyorum." diyebilmeli.

r & z: Erkekler belki de yenilenmenin onların zararlarına olacağından korkuyorlardır?

ZR: Evet, bu yüzden zorunlu olmalı ve sadece Harz IV yardımına değil, aynı zamanda oturma iznine de bağlı olmalı. Entegrasyon çabası göstermeyen ve kurslara katılmayan hiç kimse oturma izni alamamalı.

r & z: Erkeklere entegrasyon kursları da vermek ister misiniz?

ZR: Kesinlikle. Bu, erkeklerin iş dünyasına entegre olmalarına da yardımcı olabilir. Erkekler burada da günlük olarak eşit haklar için mücadele ettiğimizi ve geriye doğru bir adım atmayacağımızı öğrenmelidir. Eğer dünyamızın bir parçası olmak istiyorlarsa, oraya sığmaları gerekiyor. Daha sonra katılımın uygulanması söz konusu olduğunda aynı şeyi yapabilirler. Genelde kadınların maalesef gelemediği iddiası geliyor, çünkü başka hiç kimse çocuklarla ilgilenmiyor. Bu nedenle, kursların kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı yapılması daha ideal. Sabahları erkekler gelir, öğleden sonra kadınlar ve bu arada erkekler çocuklara bakar...

r & z: Teori ve pratik aynı anda uygulandığı için de bir taşla iki kuş vurmuş olursunuz.

ZR: Evet, çünkü kadınlar kocaları ile tartışırken bile zorluk çekiyor. Batılı evliliklerinde bile kadınların erkeğini kıyafet değiştirmek, yemek yapmak gibi klasik kadın işleri için ikna etmesi kolay değildir. Bu Müslüman kadınlarda daha da zor. Bu dediklerim size çok basit gelebilir nihayetinde yüksek felsefe değil, ama bazen basit en iyisidir. Yine de, çok açık bir şeyi büyük bir şekilde yapmak çok zor. Ama belki politikacılar için çok kolaydır?

r & z: Bunun için çabaladın mı, CDU'da aktif olarak mı rol alıyorsun?

ZR: Uzun zamandır bunu ortaya çıkarmak için uğraşıyorum. Her zaman aynı şeyler ile karşılaşıyorum. İlk olarak, geri bildirim aldım: "Bu gerçekten iyi bir yaklaşım" seklinde. Kişisel olarak, diğer partilerden de birçok politikacı tanıyorum ve benimle bu konuda olumlu konuşuyorlar. Sonra İslami bir dernek ortaya çıkıyor ve bir tolerans entegrasyon programı sunuyor. "Hepimiz hoşgörülü olmak zorundayız ve ırkçı olmak istemiyoruz." diyorlar.

r & z: Almanya’nın ortasındaki aşırılık yanlısı aşırılıkların aşırı olduğunu, vaizlerin inançsız Almanlara yönelik nefret dolu konuşmaları olduğunu belki de çok az biliyor olabilirler mi?

ZR: Hayır, yöneticilerin her gün olan pislikleri bildiğinden emin olabilirsiniz. Göreceli, yutulmuş, sadece baskı altındayken politikacı olarak ilgileniyorlar çünkü çok fazla korku var. Eğer bu konudaki fikrinizi değiştirdiyseniz, yanlış kişiye bu kadar para vermekte hata yaptığınızı kabul etmeniz gerekir. Ve hataları kabul etmek politikacılar için çok zor bir şey.

r & z: Diğer Müslüman kadınlar ile iletişimin nasıl? Biyolojik Alman kadınları Müslüman kadınlarla tanıştığında, söylediği şeylerin kendilerine ulaşamadığı hissine kapılıyor. Bu seninle nasıl?

ZR: Şey, benimle birlikte bu tamamen farklı emsaller altında, çünkü aynı kültürden geliyorum. Müslüman bir kadın - kafasındaki engellerle - benimle konuştuğu gibi bir Almanla asla konuşmaz. Beni küçümseyebilir, beni fahişe olarak görür veya sürtük gibi davrandığımı düşünür. Ama kültürümüzde işlerin nasıl yürüdüğünü ve bana hiçbir hikaye anlatamayacağını da çok iyi bilir. Bu da başörtüsü lobicilerinin benimle bir talk-show'a katılmamasının sebeplerinden biri. Çünkü tüm bu akıl yürütme ve hepsinden öte, bu ırksal önyargılar benim için işe yaramıyor.

r & z: Bu yüzden senin gibi kadınların bu pozisyonları temsil etmesi çok önemli!

ZR: Bana Nestmastiff diyorlar, ama ben yine de onlardan biriyim ve hala benimle farklı konuşuyorlar. Genelde bana "neden diğerleri ile taraf tutuyorsunuz?" diye soruyorlar. O zaman diyorum ki: başkalarından kastettiğin kim? Hepimiz burada beraber yaşıyoruz.

r & z: Bu kadınlar sizi geleneksel değerlere geri götürmek istiyor gibi görünüyorlar, ancak onlar için bir rol model olabileceğinizi de hissediyor musunuz?

ZR: Türkiye’den, Arnavutluk’tan, Makedonya’dan İslami geçmişe sahip kadınlardan çok fazla posta alıyorum. Küçük yazarlardan mesajlar geliyor, "bunu yaptığınız için teşekkürler." şeklinde. "Benim için bir ipucunuz var mı, ailemin dar kurallarından nasıl kurtulacağım?" diye soranlarda var. O zaman diyorum ki, seni ailenden kurtaramam, bunu kendin yapmak zorundasın, ama Almanya'da çok fazla koruman var bunu unutma. Onlara Terre des Femmes, yerel yardım kuruluşları, otoriteler veya gençlik sosyal yardım ofisleri gibi yardım örgütlerinin adreslerini veriyorum ve buraları aramalarını tavsiye ediyorum. Orada kişisel, hatta gizli bir tavsiye alabilirler. Biraz cesaret verebileceğim her kadın için mutluyum, yaptığım şey bu aslında.