Yaşıtlarım el işi öğrenirken ben bisikletçide korna bakardım. Onlar bebeklerine örgü elbise yaparken ben bisikletimin tekerleğini pastaneden aldığım o renkli şeritler ile süslemeye çalışırdım. Erkek meşrepli bir çocuktum...
Dayımın düğünüydü, herkes gelinin etrafını sarmıştı. Onlar hayran hayran saçına, elbisesine, kınalarına bakıyor ben birazdan atılacak olan silaha odaklanıyordum.
Kurşunlara dokunmak, silahı elime almak için can atıyor, önüme kim gelirse salya sümük "nolur bi defa dokunayım" diye kendimi yerlere atıyordum. Niye o kadar taktım hala anlam veremem.
"Tamam" dediler saatlerce ağlayınca...
Boş bi araziye gittik, şöyle şöyle yapacaksın diye tarif ettiler. Heyecandan ellerim titriyor, söylenenleri kafamı hızlı hızlı sallayıp onaylıyor, biran önce başlamak için biran önce susmalarını bekliyordum.
Aldım elime silahı söyledikleri yere değil karşı evin çatısında sessiz sakin oturan kargaya yüzümde iğrenç bir tebessüm ile ateş ettim. Nasıl olduysa isabet etti. Hiç böyle bir şey beklemiyordum, iğrenç sırıtmam sanki yüzümde dondu. Karga yere düştü, silahı atıp onun yanına koştum. Kurşun karnını delip geçmişti...
Ben o gün orada büyüdüm, elli yaşında belim ağrıdı, kırk oldum işe gittim, yetmiş oldum herkese küstüm, yirmi oldum, seksene fırladım.. O gün o kuşun başında ben kocaman bir insan oldum.
Beni en çok etkileyen sanırım kuşa itiraz hakkı vermeden, haince kaçma fırsatı bile tanımadan, üstelik kendini en rahat hissettiği bir anda bu hayattan koparmış olmamdı. Şimdi iki kedim var, yanlışlıkla kuyruklarına bassam kemiklerim acıdan içime dökülür...
Aylan bebeği sahilde uyur gibi gördüğüm zaman elime o silahı yeniden almış gibi hissetmiştim. O gün yeniden o düğün meydanında, yüzümde donmuş sırıtmam ile sanki tüm masumlara ateş eden bendim. Kendimi bu durumdan dolayı korkunç suçlu hissetmiş, o boğulana kadar ondan habersiz oluşum omuzlarımı düşürmüştü.
Şimdi İdlip konusunda mülteci pazarlığı yapanları, paylaşacağı üç lokmayı hesaplayanları, varil midesi dolmayacak diye endişelenenleri görünce aklıma hep o kuş geliyor.
Hiç bir şey yapamıyorsak bile silahı elimize almayı reddetmek varken, "gelmesinler orada ölsünler çünkü onlar şu kadarlar" hesaplarını yapmasak, en azından sussak, en azından gitsek gelinin kınasına baksak, duvağına hayran kalsak daha hayırlı olmaz mı?
Birden bire büyümesek, çocuk merhametimiz damdan karnında bir kurşun ile düşmese, bisikletlerimiz renkli kalsa, insanlığı pis bir sırıtma ile katletmesek olmaz mı?
Dayımın düğünüydü, herkes gelinin etrafını sarmıştı. Onlar hayran hayran saçına, elbisesine, kınalarına bakıyor ben birazdan atılacak olan silaha odaklanıyordum.
Kurşunlara dokunmak, silahı elime almak için can atıyor, önüme kim gelirse salya sümük "nolur bi defa dokunayım" diye kendimi yerlere atıyordum. Niye o kadar taktım hala anlam veremem.
"Tamam" dediler saatlerce ağlayınca...
Boş bi araziye gittik, şöyle şöyle yapacaksın diye tarif ettiler. Heyecandan ellerim titriyor, söylenenleri kafamı hızlı hızlı sallayıp onaylıyor, biran önce başlamak için biran önce susmalarını bekliyordum.
Aldım elime silahı söyledikleri yere değil karşı evin çatısında sessiz sakin oturan kargaya yüzümde iğrenç bir tebessüm ile ateş ettim. Nasıl olduysa isabet etti. Hiç böyle bir şey beklemiyordum, iğrenç sırıtmam sanki yüzümde dondu. Karga yere düştü, silahı atıp onun yanına koştum. Kurşun karnını delip geçmişti...
Ben o gün orada büyüdüm, elli yaşında belim ağrıdı, kırk oldum işe gittim, yetmiş oldum herkese küstüm, yirmi oldum, seksene fırladım.. O gün o kuşun başında ben kocaman bir insan oldum.
Beni en çok etkileyen sanırım kuşa itiraz hakkı vermeden, haince kaçma fırsatı bile tanımadan, üstelik kendini en rahat hissettiği bir anda bu hayattan koparmış olmamdı. Şimdi iki kedim var, yanlışlıkla kuyruklarına bassam kemiklerim acıdan içime dökülür...
Aylan bebeği sahilde uyur gibi gördüğüm zaman elime o silahı yeniden almış gibi hissetmiştim. O gün yeniden o düğün meydanında, yüzümde donmuş sırıtmam ile sanki tüm masumlara ateş eden bendim. Kendimi bu durumdan dolayı korkunç suçlu hissetmiş, o boğulana kadar ondan habersiz oluşum omuzlarımı düşürmüştü.
Şimdi İdlip konusunda mülteci pazarlığı yapanları, paylaşacağı üç lokmayı hesaplayanları, varil midesi dolmayacak diye endişelenenleri görünce aklıma hep o kuş geliyor.
Hiç bir şey yapamıyorsak bile silahı elimize almayı reddetmek varken, "gelmesinler orada ölsünler çünkü onlar şu kadarlar" hesaplarını yapmasak, en azından sussak, en azından gitsek gelinin kınasına baksak, duvağına hayran kalsak daha hayırlı olmaz mı?
Birden bire büyümesek, çocuk merhametimiz damdan karnında bir kurşun ile düşmese, bisikletlerimiz renkli kalsa, insanlığı pis bir sırıtma ile katletmesek olmaz mı?