İstanbul'un eski bahçeleri, bostanları!

Abone Ol

Sabahları en büyük keyfim bahçeye inip dibe düşen armutları toplamak, ihtiyaç miktarınca semizotu koparmak, mis gibi kokan domateslerin arasında gezinip hangisinin ne zaman kızaracağına dair tahminler yürüttükten sonra boy haddini dolduran salatıkları tek tek kırpıp almak olur.

Bu sabah kopardığım salatalıkların boy ortalaması 25 cm idi, bir iki tanesi 30 cm'ye dayanmıştı. Yerli ve tabii tohumumuzun lezzetini taşıyan bu iri sebzeleri sakın kart sanmayınız, kütür kütür gevrek ve bol sulular. Maşaallah demeyi esirgemeyiniz, imkânı olanları teşvik için paylaşıyorum. Büyükçe saksılarda bile yetiştirebilirsiniz.

İstanbul'un iklimi eskiden her türlü sebze ve meyveyi yetiştirirdi. O verimli topraklarda, azap taşları, gibi beton blokları boy atmaya başladığından beri hayıt bitti şehrin.

Küçük küçük bahçeler de çim ve süs bitkilerine tahsis edilince ne sebze yeri kaldı, ne meyva ağacı yetiştirme imkânı.

***

Kapalı su sistemi ile köylerimizi yaşanmaz hale getirenler utansın!

Eşek Meydanı’nın hemen alt tarafında yer alan bu su kaynağı çocukluğumuzda gürül gürül akardı. Karlı kışları yolcu eden baharlarda Kırkgöz’ün sesine karşılık vermek istercesine coşkun, hırçın, gürültülü köpükten küçük bir nehir gibiydi.

Su gözünün fışkırdığı yerde biten yabani ceviz kümelerinin bahardaki çiğ yeşili, baharın saltanat iddiasını haklı çıkaracak kadar göz alıcı olurdu. Yaz ortalarında nefti yeşile dönen bu ağaç kümelerinin içinde serin gölgelerde öğlen vakti dinlenmeye çekilen keçileri bekleyen çobanlar, suyun başında öğle yemeklerini yer, birkaç saat dinlendikten sonra ikindi öncesinde sürülerini bir daha farklı kollarda dağa sürerlerdi.

Her türden meşe ağacının orman küme ve şeritleri halinde henüz yaşamaya devam ettiği kır ve dağlarda karınlarını bir daha doyurduktan sonra akşamın alaca karanlığında köye dönülürdü.

Şimdi o dağlarda ne tek kök ağaç kaldı, ne Zergüz’ün gürül gürül yılın dört mevsimi akan suyu. Ağaçları köylüler mahvetti… Hakkını yemeyelim, köyün demircisi ise neredeyse katliam yaşattı, fırında yakıp demiri yumuşatmak için.

Su kaynağı kurumadı, ama kurutuldu… Sulama ihtiyacını karşıladığı iki köyün talebi istikametinde suyun yerin altında borulara alınması, su gözünde akacak tek damla su bırakılmaması köylünün cehalet ve vahşetinin, devletin ise sahiplenmeyişinin, şuursuzluğunun eseridir.

Asırların çehresini değiştiren, yıkan bu uygulama yazık ki köyün diğer iki kaynağı için de tekrarlanmış. Tek farkla ki, onların su gözlerinde birkaç metrelik bir açık kısımdan sonra borulara alınmış su.

Asırlarca kilometrelerce açıkta akan su kanallarının etrafında devam eden, yaşayan yeşil hayat, birkaç yıl zarfında bitti. Kavaklar, dutlar, kayısı, kiraz ve nar ağaçları birkaç yılda kurudu. Kuşlar, arılar, yabani hayvanlar içebilecek birkaç damla suyun telaşına düştüler. Hayat bitti…

Ama köylü bunu anlamadı… Yaşayalım derken öldüklerini farketmediler. Devlet, devletliğini yapıp çevreyi mahveden bu kapalı sistemi iptal edip açık kanallara dönüş yapar mı, bilmem. Bildiğim bir şey var ki, Çobanpınarı Köyü çocukluğumun köyü değil artık.