Konuşmak, konuşulanı anlamak, ilk etapta ön yargısız dinleyip bahsedilen konuyu kavramak, daha sonra eğer konuya katkı olacaksa veya söylenmesi gereken eksik bir tarafı varsa eklemeye çalışmak... Ama en önce iyi dinlemek ve bahsedilen konuya olmasa bile bahsedene saygı göstermek...
Nedense bu birkaç kolay şeyi başaramıyoruz ve başaramadığımız için her şey ve her konu yarım yarım havada kalıyor.
Oysa ki, şöyle uzaktan bakınca insanların birbirine karşı gösterdiğı ve herkes tarafından da açıkça görülen kocaman bir çaba var... Yani konuların yarım yarım kalması tembellikten değil, bilakis illâ ki kendi dediğini kabul ettirme gayretinden ve oradan tutturamadıysa onu orada yarım bırakıp hemen başka bir konuya atlama tavrından.
Bu durum, evi süpürürken süpürdüklerimizi bir temizlik gerecine doldurup atıp kurtulacağımıza, toplanan çeri, çöpü, tozu, evdeki halıların altına süpürmeye benzer ki, önceleri ilk bakışta temizlenmiş gibi görünse de çok geçmeden hepsi temizlemesi daha zor olacak şekilde karşımıza çıkar!
Dinlemiyoruz, dinlemeyince bu dinlememek durumu "normalite" haline geliyor ve tabii ki anlattığımızı dinlettiremiyoruz!
Anlamıyoruz, bazen mahsus anlamıyoruz, bazen gerçekten anlamıyoruz. Çünkü dinlerken dinlemekten çok cevap hazırlamakla meşgülüz!
Oysa ki iyi dinlersek tam anlar, ve ancak tam anlarsak en doğru cevabı verebiliriz... Böylelikle havada kalan konuyu hem karşı taraf hem de kendimiz için tamamen kapatabiliriz.
Ama bir tehlike var öyle değil mi?.. Eğer dinlersek, ya dinlediğimiz adam yadsınamaz sözler söylüyorsa? Ya doğruysa? Ya yanlışlıkla inanır ve ikna olursak?
Evet! Dinlemenin böyle kocaman bir tehlikesi vardır!
Eyvah! Şimdi ne yapacağız?
Çocuk olsak sıkışınca gözümüzü kapar, kulaklarımızı tıkar, dilimizi çıkarıp "lelüliilülülülüü!" falan ses çıkarıp kaçardık, şimdi yapsak çok ayıp olur değil mi? :) :)
Değil galiba... Ayıp olsaydı, karşılıklı olarak 85 milyon kişi hepimiz birden tam bu anlattığım gibi davranır mıydık?
Bizler ayıplarımızı kaybettik, hükümsüzdür!