Görünmeyenler

Abone Ol
(Lütfen çocuklarınızı bu yazıdan uzak turunuz. Metafizik korkularınız varsa, asla okumayınız.)

1981 yılıydı.

Ordu İmam Hatip orta üçüncü sınıf günleri... Bir cuma öğleden sonrasıydı. Biri şimdi çok ünlü bir bürokrat olan, biri de nerede bilmediğim iki arkadaşla okulu asıp, sinemaya gitmiştik.

Başrol oyuncusunun adını şimdi bile hatırlıyorum: Linda Blair.

Filmin adı: Şeytan.

Çocuktuk, haliyle gerilmiş ve korkmuştuk. Şimdi hiç mütevazi olmayacağım. Ben korkudan başka ve korkudan daha güçlü bir duyguyu keşfettim o gün.. Merak.

Hep beraber konuşurken,

"ne halt ettik te gittik o filme" derken, içimden 'iyi ki gitmişiz' diyordum. Sonra hafızamda filmle ilgili eksik kalan yerleri sağlamlaştırmak için, bir başka gün, aynı filme bir daha gittim.

Üçüncü defa da gidecektim de... Şimdi tam hatırlamıyorum, sanırım ya parasızlıktan veya cin çıkarma sahnesinde kızın kusmasının iğrençliğinden gitmemiştim.

Sonra kütüphane, kitapçı, ansiklopedi araştırmaya başladım.

Bazılarının korkudan sadece üç harfli dediği cinler, ecinniler, şeytan, iblis, cann... haklarında ne bulursam okudum.

Onlara da Peygamber gönderilmişti. İyileri ve kötüleri vardı. Cânn atalarıydı. Her melek cin idi ama her cin melek değildi. Kelime olarak da, anlam olarak da görünmeyenler alemi vardı hayatımızın bir yerinde...

Bizden biriydiler. Hatta bazen çok çok bizden biri olup birilerinin içine yerleştikleri de oluyordu.

Böyle bir duruma, lise ikinci sınıf yaz dönemi köydeyken şahit olmuştum.

O yaz yaylada, obada Ramazan boyunca Kuran dersi verip, teravih imamlığı da yapmıştım.

İki gün boyunca hiç uyumadığım bir akşam üstü, tam erkenden uyuyacakken babam; "kalk işimiz var" dedi.

"İki gecedir balıktaydık, gelmesem..." filan diyecek oldum ama babama itiraz edemezdim.

Hele ki açıkladı... Gönüllü oldum. Bir cinci hoca vardı, (şimdi öldü, rahmetli oldu) cin çıkaracakmış. Gözleri iyi görmüyor, düzgün de Kuran okuyamıyormuş ve tam da benim gibi biri lazımmış.

Gideceğimiz ev de bildik bir ev ama durum gizli tutuluyor.

Kadın... 1.55 boy ve en fazla 50 kilo. Odanın bir köşesindeki yer yatağında uyuyor...

Odada kocası, kayınpederi, büyük kaynı, cinci hoca ve biz... Babamla ben. Sessiz ol işareti yaptı hoca, biz içeri girince...

Bir süre sonra bana, defterinden bazı yazılar gösterdi. 'Her ne olursa olsun, asla ve asla okumayı kesmememi' söyledi. Kuran'dan ezberimde olan bazı sureler ve arasında defterinden bazı dua ve bazı isimler... Sürekli okuyacaktım.

Gece boyunca dört ya da beş defa tekrarlandı.

Hoca "çağırdım, şimdi geliyorlar" diyor ve geliyorlardı.

Taş çatlasın elli kiloluk kadının omuzlarına, kollarına basan koca adamlar az sonra pamuk gibi savruluyordu. Hele ki kayınpeder 120 kilo çekerdi. Kocası, kaynı ve babam doksan kilo civarında... Ama nöbet geldiğinde kadın onları kaldırıp fırlatıyor ve olduğu yerde debeleniyordu.

Bu nöbetler sabaha kadar devam etti. Ben de okumaya devam ettim. Bir taraftan da bakıyordum. Renginin morlaşmasını, kanının ısınmasını ve soğumasını bazen de dokunarak izliyordum.

Daha önce de haftada bir, ayda bir böyle oluyor ve kendini yere atıp böyle tuhaf anlaşılmaz kelimelerle konuşmalar ve kendini sıkmalar yaşıyormuş...

O gece öyle bir geceydi.

O geceden sonra bu kriz, nöbet veya cin tutması ya da adı her neyse hiç olmadı.

Yakın tanıdığım biri... Hala yaşıyor. Kocaman çocukları, torunları var şimdi...

Konuya daha çok merak sarmıştım da... Hatta Mustafa İloğlu'nun Gizli İlimler kitabını almıştım da... Okuldan iki kız, cin çağırmaktan delirince, aynısını denemekten vaz geçmiştim.

Üniversite yıllarında da, karabasandan korkan birinin yaşadıkları ile alay etmiş, hatta "cin veya şeytan neyse bana da gelsin... Böyle korkutsun, bakayım" demiştim.

Geldi... O günden beri haftada ortalama üç beş karabasan yaşarım.

Bazen çok meraklı olduğum bazı saatlerde, kurtulmaya çalışmam... Sonunu beklerim.

Göreceli bir saat olsa gerek, yarım saat omuzlarında dolaştırırlar beni... Camekan bir tabut içinde. Görmem ama konuşmaları duyar ve hissederim.

Bir defasında böyle taşıdılar ve bir eğlence yerinin ortasında bıraktılar... Neredeyse karabasan içinde rehin kalacağımı düşünmüştüm. Müzik ve çalgı seslerinden oluşan eğlence anlayışları hiç hoşuma gitmemişti. Cingıl cingıl cingıl 

Acevelule acevelule acevelule

Sesler çalgılar... Hangisi ses, hangisi çalgı? Ayırt etmek imkansız.

Beni yere atmışlar, tepişiyorlardı.

Hissediyordum.

Beynimde isteyince, kurtuluyordum. Sanıyorum ki kendilerini anlamamı ve haklarında yanlış kanaat sahibi olmamamı istiyorlardı. Kimbilir? Ortak bir lisan ile konuşabilseydik, ben hazırdım.

Karabasan nedir? Kim nasıl açıklar? Umurumda da değil. Benim yaşadıklarım bunlar...

Bunlar önemsiz değil, çok ama çok önemli konular.

Turgut Özal'ın yardımcılarından DP eski genel başkanı Yalçın Koçak anlatıyor:

"Bir NASA mühendisi geldi. Sakarya'da bir cinci hocayı sordu. Ben de sebebini sordum. Uzayda arızalanan uykuları cinlere tamir ettirmek istiyorlarmış."

İnanın veya inanmayın... Düz dünyaya inananların olduğu bir çağda yaşıyoruz.

Ama yaşadıklarım kadar gerçek bir ayet var ki... Hepsinden öte...

"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (51.56)

Mağfiret Gecesi... 100 rekat namaz kılan var mı?

Neyse... Selam ve dua.