Siz hiç kendi adınızın ve soyadınızın yazılı olduğu bir mezar taşına denk geldiniz mi?
Ben geçenlerde geldim. Tuhaf bir his.
Gerçi ölüm de tuhaf ...
Beş dakika önce düşünen, ağlayan, gülen, hayal kuran, yemek yiyen, kötülük yapabilme potansiyeli olan bir canlı beş dakika sonra hiç yaşamamış gibi oluyor.
İlk yarım saat içinde kaslar kendini bırakıyor. Göz açık, ağız açık kalıyor. Muhtemelen tuvalet ihtiyacınız varken öldüyseniz üstünüz başınız çiş olmuş olarak buluyorlar sizi.
Kan akışı durduğu için vücut 10 saat içinde kaskatı kesiliyor. Savaş sırasında ölenlerin vücutları daha çabuk katılaşıyor mesela. Hareket halinde oldukları için ve öldükten sonra devam eden her saat başı bir derece soğuyorsunuz.
24 saat sonra beden çürümeye başlıyor dünyada gördüklerine dayanamayan göz herhalde "artık salında bi gideyim ben" der gibi ilk çürümeye başlayan organ, ama dünyaya ab-ı hayat veren kadın rahmi, hâlâ tutunurcasına insanlıktan umudunu kesmiyor ve en son çürüyen organ oluyor.
Mide ve barsaklarda ilk çürüyen organlardan. Dünyanın tüm çerini çöpünü yıllarca taşıyınca onlarda "kaçan kurtuluyor" mantığı ile sanırım bi salıveriyorlar kendilerini. Bakteriler organları sarınca mide ve barsaklarda gaz birikiyor karın şişiyor takriben 15.günü civarında "rahmetlinin mezarından ses geliyordu" diyorlar sizin için. Karnınız toprak üstünden duyulacak kadar şiddetli bir ses ile patlıyor.
40. gününüzde kaslar etten sıyrılmaya başlıyor. Saçma bir inanış ama kaslar sıyrılırken ceset acı çekmesin diye o gün yemek veriliyor, adına hayırlar yapılıyor.
Vücut çürürken tam bir takım çalışması yapılıyor. Bakteriler içten yok ederken, dışarıdan da et sineği göze ve burna larva bırakıyor. Bu sinekler yiyecekleri bitene kadar burda kalıyor ve ölüyor. Daha sonra ölen bu sinekleri yemek için başka böcekler geliyor. Geriye kemikler kalana kadar bu istila devam ediyor.
Yaklaşık bir yıl sonra iskelet olarak kalıyoruz.
Bunca savaşı, bunca kavgayı, bunca istilayı, bunca gözyaşıyı akıbetimiz olan bu son için yaptığımızı düşününce aklıma Asr suresi 1-2 ayeti geliyor. "Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir."
Et sineklerinin bir yıl içinde tüketeceği bir bedeni "bebeksi" tutabilmek adına kozmetiklere verilen paraları düşündüğü zaman insan, nasıl bir ziyan içinde olduğunu çok net görüyor.
Bir midenin akibetinin patlamak olduğu dünyada, bir mideyi doldurmak için atom bombaları patlatan insan nefsi nasıl ziyanda olmaz gerçi.
Böcek larvalarının istila edeceği burun deliklerinde ki kıllara makina icat etmeyi akıl ediyor ama, savaş mağduru çocukların toprak altında burun deliklerine girmiş topraklara çare bulamıyor.
Zulmün karşısında kaskatı kesilemeyen "benim zulüm edicim hepinizi döver" kafasında yaşayıp ölen insanoğlu bedeninin ilk refleksi, kaskatı olmak.
Gerçekten ibret verici.
Ben geçenlerde geldim. Tuhaf bir his.
Gerçi ölüm de tuhaf ...
Beş dakika önce düşünen, ağlayan, gülen, hayal kuran, yemek yiyen, kötülük yapabilme potansiyeli olan bir canlı beş dakika sonra hiç yaşamamış gibi oluyor.
İlk yarım saat içinde kaslar kendini bırakıyor. Göz açık, ağız açık kalıyor. Muhtemelen tuvalet ihtiyacınız varken öldüyseniz üstünüz başınız çiş olmuş olarak buluyorlar sizi.
Kan akışı durduğu için vücut 10 saat içinde kaskatı kesiliyor. Savaş sırasında ölenlerin vücutları daha çabuk katılaşıyor mesela. Hareket halinde oldukları için ve öldükten sonra devam eden her saat başı bir derece soğuyorsunuz.
24 saat sonra beden çürümeye başlıyor dünyada gördüklerine dayanamayan göz herhalde "artık salında bi gideyim ben" der gibi ilk çürümeye başlayan organ, ama dünyaya ab-ı hayat veren kadın rahmi, hâlâ tutunurcasına insanlıktan umudunu kesmiyor ve en son çürüyen organ oluyor.
Mide ve barsaklarda ilk çürüyen organlardan. Dünyanın tüm çerini çöpünü yıllarca taşıyınca onlarda "kaçan kurtuluyor" mantığı ile sanırım bi salıveriyorlar kendilerini. Bakteriler organları sarınca mide ve barsaklarda gaz birikiyor karın şişiyor takriben 15.günü civarında "rahmetlinin mezarından ses geliyordu" diyorlar sizin için. Karnınız toprak üstünden duyulacak kadar şiddetli bir ses ile patlıyor.
40. gününüzde kaslar etten sıyrılmaya başlıyor. Saçma bir inanış ama kaslar sıyrılırken ceset acı çekmesin diye o gün yemek veriliyor, adına hayırlar yapılıyor.
Vücut çürürken tam bir takım çalışması yapılıyor. Bakteriler içten yok ederken, dışarıdan da et sineği göze ve burna larva bırakıyor. Bu sinekler yiyecekleri bitene kadar burda kalıyor ve ölüyor. Daha sonra ölen bu sinekleri yemek için başka böcekler geliyor. Geriye kemikler kalana kadar bu istila devam ediyor.
Yaklaşık bir yıl sonra iskelet olarak kalıyoruz.
Bunca savaşı, bunca kavgayı, bunca istilayı, bunca gözyaşıyı akıbetimiz olan bu son için yaptığımızı düşününce aklıma Asr suresi 1-2 ayeti geliyor. "Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir."
Et sineklerinin bir yıl içinde tüketeceği bir bedeni "bebeksi" tutabilmek adına kozmetiklere verilen paraları düşündüğü zaman insan, nasıl bir ziyan içinde olduğunu çok net görüyor.
Bir midenin akibetinin patlamak olduğu dünyada, bir mideyi doldurmak için atom bombaları patlatan insan nefsi nasıl ziyanda olmaz gerçi.
Böcek larvalarının istila edeceği burun deliklerinde ki kıllara makina icat etmeyi akıl ediyor ama, savaş mağduru çocukların toprak altında burun deliklerine girmiş topraklara çare bulamıyor.
Zulmün karşısında kaskatı kesilemeyen "benim zulüm edicim hepinizi döver" kafasında yaşayıp ölen insanoğlu bedeninin ilk refleksi, kaskatı olmak.
Gerçekten ibret verici.