Osmanlı zamanında yeniçerilerin bütün hayat haklarının olduğu bir defter tutulurmuş.
Adı "Esame Defteri."
Mal varlığı, çocukları, eşi, başarıları ne yaptıysa bu hayata ne kattıysa hepsi bu defterde kayıt altına alınırmış.
"Esame" Arapça bir kelime, Türkçe karşılığı "isimler" demek.
İsyan eden, hainlik yapan ya da herhangi eski bir suça karışan yeniçeriler, idam edildikten sonra eğer ailesi fakirse ölen yeniçerinin bütün isim hakkını satılığa çıkarırlarmış.
Genelde devletten kaçan ve yeni bir hayat isteyen kanun kaçakları bu isim haklarını satın alırlar, aldıkları isim hakkı ile sıfırdan bir hayat kurarlarmış. İsim hakkı satılan yeniçerinin artık bu hayatta hiç bir şeyi kalmadığı için "Esamesi bile okunmuyor" derlermiş arkasından.
Bazen yeniçerinin eşi bile sözleşme gereği karşı tarafa geçermiş.
Durum aslında çok trajik...
Evine, işine, eşine, tarlasına, bağına, bahçesine yaşadığı ne varsa kısaca bütün esamesine el koyduğu hayatı yaşamaya başlayan kanun kaçağı, bir müddet sonra gerçekten idam edilen yeniçeri gibi davranmaya başlar, üstlendiği rol üzerine yapışır kendi yaşadığı eski hayatı unutmaya başlarmış.
Herkesin yüzüne taktığı bir maske var.
Herkesin olmak istediği bir hayat, yalancı gülüşleri, abartılı acıları, timsah gözyaşları var.
Özellikle Sosyal Medya'da herkes mükemmel anne, en delikanlı adam, en sadık sevgili, en namuslu kadın, en riyasız arkadaş maskesini takıyor. Olmak istedikleri hayatları üç beş like için kurgulayıp üzerine bolca neşe serperek servis ediyorlar.
Instagram bu tip insanların habitatı olmuş adeta. Herkes o kadar mutlu, o kadar neşeli, o kadar mükemmel ailelere, öyle düzgün çocuklara sahiplerki. Hergün başka mekanda yemek yiyor, her gün başka yerde geziyor, hepsi arkadaşlarını çok seviyor, hepsi ailesinin biriciği oluyor. En mükemmel sofraları onlar kuruyor, en iyi yerlerden onlar giyiniyor, en dini bütün, en içli onlar oluyorlar.
Asla dedikodu yapmıyor, asla kötülük düşünmüyor, asla küfür etmiyor, dünyanın en ponçik insanı gibi davranıyorlar.
Zamanla "ÖZ'ler" kayboluyor, benliklerimizin esamesi bile okunmuyor.
Yazık oluyor bize, gerçekten...
Adı "Esame Defteri."
Mal varlığı, çocukları, eşi, başarıları ne yaptıysa bu hayata ne kattıysa hepsi bu defterde kayıt altına alınırmış.
"Esame" Arapça bir kelime, Türkçe karşılığı "isimler" demek.
İsyan eden, hainlik yapan ya da herhangi eski bir suça karışan yeniçeriler, idam edildikten sonra eğer ailesi fakirse ölen yeniçerinin bütün isim hakkını satılığa çıkarırlarmış.
Genelde devletten kaçan ve yeni bir hayat isteyen kanun kaçakları bu isim haklarını satın alırlar, aldıkları isim hakkı ile sıfırdan bir hayat kurarlarmış. İsim hakkı satılan yeniçerinin artık bu hayatta hiç bir şeyi kalmadığı için "Esamesi bile okunmuyor" derlermiş arkasından.
Bazen yeniçerinin eşi bile sözleşme gereği karşı tarafa geçermiş.
Durum aslında çok trajik...
Evine, işine, eşine, tarlasına, bağına, bahçesine yaşadığı ne varsa kısaca bütün esamesine el koyduğu hayatı yaşamaya başlayan kanun kaçağı, bir müddet sonra gerçekten idam edilen yeniçeri gibi davranmaya başlar, üstlendiği rol üzerine yapışır kendi yaşadığı eski hayatı unutmaya başlarmış.
Herkesin yüzüne taktığı bir maske var.
Herkesin olmak istediği bir hayat, yalancı gülüşleri, abartılı acıları, timsah gözyaşları var.
Özellikle Sosyal Medya'da herkes mükemmel anne, en delikanlı adam, en sadık sevgili, en namuslu kadın, en riyasız arkadaş maskesini takıyor. Olmak istedikleri hayatları üç beş like için kurgulayıp üzerine bolca neşe serperek servis ediyorlar.
Instagram bu tip insanların habitatı olmuş adeta. Herkes o kadar mutlu, o kadar neşeli, o kadar mükemmel ailelere, öyle düzgün çocuklara sahiplerki. Hergün başka mekanda yemek yiyor, her gün başka yerde geziyor, hepsi arkadaşlarını çok seviyor, hepsi ailesinin biriciği oluyor. En mükemmel sofraları onlar kuruyor, en iyi yerlerden onlar giyiniyor, en dini bütün, en içli onlar oluyorlar.
Asla dedikodu yapmıyor, asla kötülük düşünmüyor, asla küfür etmiyor, dünyanın en ponçik insanı gibi davranıyorlar.
Zamanla "ÖZ'ler" kayboluyor, benliklerimizin esamesi bile okunmuyor.
Yazık oluyor bize, gerçekten...