Bu dünyaya yine gelsem yine kadın olarak gelmek isterdim. Kesinlikle cinsiyetimden şikâyet etmediğim gibi gurur bile duyuyor olabilirim.
Ama son zamanlar de öyle hemcinslerim ile karşılaşıyorum ki "ya hu onlar kadınsa ben neyim, ben kadınsam onlar kim?" sorusunu sorduruyor bana.
Üniversiteye gider ışık hızıyla giyimi, kuşamı oturması kalkması değişir. Sonra kampüs çimlerinde zilyon tane fotoğraf çektirir. Birinde sağdan bakar, birinde soldan bakar birinde parmağını yanağına koyar. "Kampüste delirmece" albümüne 124 tane fotoğraf ekler.
Sevgili bulur. Uçana kaçana, dağda sıçrayana sevgilisinin ne kadar hassas, romantik ve düşünceli oluşundan bahseder. "Aşkilotamla beraber " albümüne 324 fotoğraf yükler.
Sonra bu pelinsu evlenmeye karar verir. Bunun istemesi var, sözü var, kınası var, nişanı var, düğünü var, balayı uçak bileti var "sonondo kovoooştoook" albümüne 8754 tane fotoğraf ekler.
Ve tabi kızımız hamiledir. Bulantısından kabızlığına her biyolojik değişimi paylaştığı yetmiyor gibi, ekg grafiğinden idrar testi sonuçlarına kadar paylaşmak ister. Aylar sonunda bizde onunla dokuz doğurur ve şehriyesu albümüne 5434 fotoğraf daha eklenir.
Nazardan çok korkar kızımız. Önce el, ayak, popo, bacak kıvrımlı fotoları paylaşır. Sonra yüzünde kocaman emojili bebeğin tümünü görmeye başlarız.
Veee beklenen an!
Yasak kalkmıştır ve neredeyse bebeğin bezi çekilip paylaşılır.
Arkadaşlar ne yapıyorsunuz?
Bunu o kadar samimi soruyorum ki, gerçekten siz ne yapıyorsunuz?
Neden bu onaylanma ihtiyacı bu kadar fazla?
Artık insanlar ellerinde bulunan ile (ekonomi) mutlu olmuyor, birde ellerinde bulunanın "onay" kaygısına düşüyorlar.
Facebook, İnstagram ya da twitter gibi mecralarda sahip oldukları şeylerin raiting kaygısı başlayınca, aldığı "like" oranı ile mutluluk orantısı artık matematik denklemlerini bile çaresiz bırakıyor.
Sosyal Medyanın hayatımızı adeta ahtapot gibi sardığı, içtiği su için "su içme keyfisi" yazan asalakların cirit attığı bu ortamda böyle çaresiz hissetmemiz çok doğal.
Eğer hayatı yakalamak dedikleri şey, lüks oteller de konum bildirmek, starbucks'ta sıraya girmek, hiç yaşamadığın zevk almadığın anları fotoğraflayıp "like" peşinde koşmak ise hayır yanlış yoldalar.
Eğer sizde en çok İnstagram'da Facebook ta bu duyguya kapılıyorsanız kendinize hayatınızın haksızlığını yapıyorsunuz demektir.
İnsanların hayatlarının küçücük bir bölümünden cımbızladıkları o "mükemmel" kareler bilinçaltında "herkesin hayatı mükemmel" hissiyatı oluşturuyor. Olayın aslına vakıf olsanız dahi bu hissi gün içinde yaşamaktan kaçamıyorsunuz.
Bu durum sizi daha agresif, daha saldırgan bir hale getirmekle beraber psikolojik olarak çöküntüye uğratıyor, uzun vadede tabii...
Ama son zamanlar de öyle hemcinslerim ile karşılaşıyorum ki "ya hu onlar kadınsa ben neyim, ben kadınsam onlar kim?" sorusunu sorduruyor bana.
Üniversiteye gider ışık hızıyla giyimi, kuşamı oturması kalkması değişir. Sonra kampüs çimlerinde zilyon tane fotoğraf çektirir. Birinde sağdan bakar, birinde soldan bakar birinde parmağını yanağına koyar. "Kampüste delirmece" albümüne 124 tane fotoğraf ekler.
Sevgili bulur. Uçana kaçana, dağda sıçrayana sevgilisinin ne kadar hassas, romantik ve düşünceli oluşundan bahseder. "Aşkilotamla beraber " albümüne 324 fotoğraf yükler.
Sonra bu pelinsu evlenmeye karar verir. Bunun istemesi var, sözü var, kınası var, nişanı var, düğünü var, balayı uçak bileti var "sonondo kovoooştoook" albümüne 8754 tane fotoğraf ekler.
Ve tabi kızımız hamiledir. Bulantısından kabızlığına her biyolojik değişimi paylaştığı yetmiyor gibi, ekg grafiğinden idrar testi sonuçlarına kadar paylaşmak ister. Aylar sonunda bizde onunla dokuz doğurur ve şehriyesu albümüne 5434 fotoğraf daha eklenir.
Nazardan çok korkar kızımız. Önce el, ayak, popo, bacak kıvrımlı fotoları paylaşır. Sonra yüzünde kocaman emojili bebeğin tümünü görmeye başlarız.
Veee beklenen an!
Yasak kalkmıştır ve neredeyse bebeğin bezi çekilip paylaşılır.
Arkadaşlar ne yapıyorsunuz?
Bunu o kadar samimi soruyorum ki, gerçekten siz ne yapıyorsunuz?
Neden bu onaylanma ihtiyacı bu kadar fazla?
Artık insanlar ellerinde bulunan ile (ekonomi) mutlu olmuyor, birde ellerinde bulunanın "onay" kaygısına düşüyorlar.
Facebook, İnstagram ya da twitter gibi mecralarda sahip oldukları şeylerin raiting kaygısı başlayınca, aldığı "like" oranı ile mutluluk orantısı artık matematik denklemlerini bile çaresiz bırakıyor.
Sosyal Medyanın hayatımızı adeta ahtapot gibi sardığı, içtiği su için "su içme keyfisi" yazan asalakların cirit attığı bu ortamda böyle çaresiz hissetmemiz çok doğal.
Eğer hayatı yakalamak dedikleri şey, lüks oteller de konum bildirmek, starbucks'ta sıraya girmek, hiç yaşamadığın zevk almadığın anları fotoğraflayıp "like" peşinde koşmak ise hayır yanlış yoldalar.
Eğer sizde en çok İnstagram'da Facebook ta bu duyguya kapılıyorsanız kendinize hayatınızın haksızlığını yapıyorsunuz demektir.
İnsanların hayatlarının küçücük bir bölümünden cımbızladıkları o "mükemmel" kareler bilinçaltında "herkesin hayatı mükemmel" hissiyatı oluşturuyor. Olayın aslına vakıf olsanız dahi bu hissi gün içinde yaşamaktan kaçamıyorsunuz.
Bu durum sizi daha agresif, daha saldırgan bir hale getirmekle beraber psikolojik olarak çöküntüye uğratıyor, uzun vadede tabii...