Bu Tayyip herşeyimize karışıyor abi!

Abone Ol
"Bu Tayyip herşeyimize karışıyor abi, yeter resmen diktatörlük bu!"

"Kişisel haklarımız engellenmek isteniyor eskisi gibi özgür değiliz."

Serzenişlerini mutlaka eşten dosttan sosyal medyadan görmüşsünüzdür.

2010 referandumundan önce başlar bu yakınmalar...

Gezi Parkı olayları esnasında zirve yapan bu söylemin dayanakları Cumhurbaşkanı ve iktidarın diğer bazı önemli isimlerinin üç çocuk, kızlı-erkekli ev, alkol satışı, sigara yasağı, kadınların kahkaha atması vb. konulardaki konuşmalarıydı.

Erdoğan'ın insanları üzecek tedirgin edecek şeyler söylemediğini iddia edemem.
Zaman zaman Erdoğan'ın çok sert konuştuğuna hepimiz şahit olduk.

Konuşulması gereken o değil bana göre, böyle sert söylemlerden sonra harekete geçildimi?

3 çocuk olmalı diyen Erdoğan mesela yatak odalarınıza kamera yerleştirdi mi?

Arınç kahkaha atan kadınları tespit edip kodese tıkacak belediye ekipleri kurulması için kanun tasarısı mı verdi?

Kızlı erkekli kaldınız zabıtalar size kaçak tezgah muamelesi yapıp tezgahınızı mı devirdi?

Yoksa ortada salt bir “Adamın üslubuna gıcık oluyorum abi, söylediği her şey batıyor” durumu mu var?

Evet tam olarak bu var!..

Oysa geçmişe baktığımız zaman işler söyleyince mutlaka yapılan düzlemde hep ilerlemiş.

Mesela Yalçın Doğan "İmam hatipler refah partisinin arka bahçesidir" dedikten hemen sonra orta bölümü kapatıldı İmam hatiplerin.

Sonra bu söz Erbakan hocaya mal edildi. Erbakan’ın bu sözü gerçekten söyleyip söylemediğinin, söylese bile ne fark edeceğinin hiçbir önemi yoktu, hüküm çoktan verilmişti.

Hani şimdiler de o dönem küçük olan çocuklara "ecevit çok beyefendi adamdı yeaa, bu Tayyip ne böyle" diye yardıranlar var.

1999 yılında meclise başörtülü giren Merve Kavakçı için "Bu kadına haddini bildirin" diye hedef gösteren Ecevit'ti.

Akabinde Merve Kavakçının evine Nuh Mete Yüksel gitmiş ve milletvekilliği düşürülmüştü.

Yani hükümet fikriyatta bir tepki göstermekle kalmadı ve Kavakçı’ya hayatı fiiliyatta da zindan etti.

Merve Kavakçı'ya haddi bildirilmişti (!)..

12 yaşından küçük çocukların kuran eğitimi alması yasaklanmış ne ailelerin ne çocukların fikirleri bile sorulmamıştı.

Dönemin İstanbul Valisi Rıdvan Yenişen, İstanbul Müftüsü Selahattin Kaya’ya şöyle diyordu: “Ankara’daki kursları davul zurnayla kapatmışlar, biz de aynısını yapacağız, bana derhal Kuran kurslarının yerlerini bildirin" bile demişti...

Yani dönemin koalisyon hükümeti kendi fikirlerini halka sormadan dayatmıştı.

Başörtüsünün "siyasi bir simge" olduğuna karar veren devlet bütün kurumlarda bunu yasaklamıştı. Olaylar hala hafızalarımız da tazeliğini koruyor.

Hatta bunun için ikna odaları kurulmuştu...

Bütün hastanelerin kadın doğum ve üroloji servislerine "3 çocuk yapılması" gerektiğine dair ikna odaları kurulduğunu düşünsenize!
Ne kadar saçma değil mi?

O zaman da durum aynı böyle saçma sapandı.

Erdoğan'ın kendi ailevi meseleleri için basını arayıp uyarmasını "ooouuw bu basın özgürlüğü için çok ters dostum" diyenlere de Ertuğrul Özkök liderliğin de ki grubun zamanın da insanlara neler yaptıklarını hatırlamak lazım. Bknz; Ahmet Kaya, Salih Mirzabeyoğlu

Buraya kadar okuduklarını “Amma da mağdur edebiyatı yaptın ha” biçiminde yorumlamayacak kadar aklı başında olanlar için son sözlerim şunlardır: Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan her söz, insanların hayatlarına doğrudan olumsuz etki edecek bir mekanizmayı harekete geçirmiyor.

Bunu kimlerin, ne zaman ve hangi yöntemlerle yaptığını yukarıda uzun uzun anlattım. Ama aranızda hâlâ Erdoğan’ın -saçma da olsa- bir konuda fikrini beyan etmesini kendi yaşam tarzına tehlike olarak görenler varsa, bir zahmet çare olarak dünün faşistlerine sarılmasın.

“Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin” derken demokrasi, insan hakları, vicdan, hukuk ve adalet vurgusu yapan birinin, bu kavramları gözümüzün içine baka baka çiğneyenlerle saf tutması epey tuhaf kaçıyor çünkü.